Kimsenin kimseyi kimseye yedirmediği bir Türkiye!

Sevgili kardeşim, söyleyecek fazla söz yok. Biz Türk Yahudilerinin düşüncesini anlamak için iki kelime yeterlidir: “Darbeye Hayır!” Aynı değer yargılarını taşımayabilir, aynı hayat tarzını benimsemeyebilir, aynı doğruları paylaşmayabiliriz. Ancak mesele vatan sevgisi ise emin olun ki her Türk Yahudi’si için birlik ve beraberliğimiz her şeyden önce gelir.

Mois GABAY Köşe Yazısı 0 yorum
20 Temmuz 2016 Çarşamba

28 Mayıs 1960 sabahı. Taksim, Talimhane Şehit Muhtar Caddesi 75 numaradaki evimiz. Büyükannem Estreya Gabay sabah balkonundan caddeyi izlerken babama şöyle seslenir: “Jojo, Jojo kalk. Bugün bayram mı var? Her yer bayraklarla dolu. Evimizin önünden tanklar geçiyor.

Geçtiğimiz cuma akşamına kadar “darbe” denildiğinde ilk aklıma gelen evde anlatılan hikâyelerimiz ve babamın her fırsatta verdiği öğütlerdi. “Kimliksiz sokağa çıkma, iftiradan uzak dur, boş kâğıda sakın imza atma.” Bizim aile kimilerine göre biraz tuhaftır. Rahmetli babam, ailece anılarımızın yaşadığı Taksim’deki evde hayatının sonuna kadar yaşamış, 6.Filo eylemlerinden, Kanlı Pazar’a, 1977 1 Mayıs’ından, tüm ihtilal ve muhtıralara o evde şahitlik etmişti. 2000’li yılların başına kadar Taksim’de yaşayan tek tük Yahudi ailelerden biriydik. Darbenin, suçlu suçsuz, o ya da bu görüşten demeden herkesin zarar göreceği, korkunç günlere mahkûm olacağımız bir felaket olduğunun küçük yaşlardan beri bilincindeydim. 2009 yılından bu yana bir Türk Yahudi’si olarak kolay zamanlar geçirmesek de, toplumun bir kesimi bizi halen öteki görse de bu saydıklarımın hepsi cuma gecesi yaşadığım korku ve endişenin yanında hafif kalırdı.

Cuma akşamı Şabat yemeği sonrası, Sabiha Gökçen Havalimanından turist grubumu alacak, ardından da otellerine bırakıp, ertesi sabah da tarihi yarımada turuna çıkacaktık. Akşam 23.30 sularında Kabataş iskelesinde endişe ile Üsküdar vapuruna koşuşturan kalabalığı, ardı ardına gelen aslı olup olmadığını bilmediğim haberleri okudukça beni kolay bir gecenin beklemediğinin farkına varmıştım. O esnada biraz da iş aşkından ve genç cesaretinden olsa gerek annemin telefonda geri gelmem için üst üste aramalarına olumlu cevap vermemiş, kendimi kısa süre sonra Üsküdar Meydanında bulmuştum. Oradan Marmaray ile Ayrılık Çeşmesine geçecek ve Kartal metrosu ile de Yenisahra üstünden Havataş’la Sabiha Gökçen’e ulaşıp, 00.35’te inecek uçağa yetişecektim. Telefonuma gelen mesajlar üstüne endişem daha da artmış, içimden bir B planı yapmaya başlamıştım. Yenisahra’ya vardığımda havalimanının kapandığını, Havataş’ın ise seferleri durdurduğunu öğrenmiştim. Çevreyolunun ortasında yalnız başına kalmış, son çare azalan şarjımla whatsapp arkadaş gruplarıma bir mesaj yollamıştım. Etrafta bir otel bakınırken, bu kez Hilton’a giden yoldaki tinercileri fark etmiş, olduğum yerden ayrılmamaya karar vermiştim. Kısa süre sonra yardımıma Ceki Gözcü arkadaşım yetişmiş ve on dakika sonra beni oradan alacaklarını söylemişti. Bu esnada telefonum susmuyor, gerek yurtdışından akrabalarım gerekse de çalıştığımız acentelerin müdürleri Türkiye’de ne olup bittiğini anlamak için durmadan arıyorlardı. Anneme içini rahatlatmak için havalimanına gitmediğimi, geceyi arkadaşımda geçireceğimi söylemiş,  perdeleri ışıkları kapatıp, yatak odasından salona çıkmamasını rica etmiştim. Yaklaşık 15 dakika sonra Momo Abi ve Ceki kurtarıcı olarak imdadıma yetişmişler, soluğu evlerinde almıştık. Momo Abi bir yandan bizleri rahatlatmak isterken, yolda gördüğümüz bankamatik ve bakkal kuyrukları o hep filmlerden, eski hikâyelerden hatırladığımız darbenin ne olabileceğini tüm dehşetiyle anlatmaktaydı. Suzi Abla, Momo Abi, Etel, Ceki, Mösyö ve ben sabahın ilk saatlerine kadar haberleri izledik. Bu arada sizi Mösyö ile tanıştırmadım. Kendisi evin Fransız beyefendisi köpeği. Başta biraz havlasa da halime acımış olacak ki, birbirimize çabuk ısındık. F-16 jetlerinin binaların üstünden geçtiği dakikalarda Mösyö korkudan tuvalete saklanmış, bizler gibi endişeyle beklemekteydi. Ertesi sabah uyandığımızda korkulan olmamış, halkımızın yoğun gayretleri ve güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu darbe girişimi engellenmişti. Bütün akşam kendimi tutan ben, Kadıköy – Beşiktaş vapurunda evime dönerken kimselere gözükmeden dolu dolu ağladım. Niçin mi ağladım?         

Canım ülkemde geçmişime, şimdime, geleceğime ağladım. Çocuklarımı yetiştirmeyi düşündüğüm ülkemde bir daha asla bomba sesleri arasında bir kâbus gecesi geçirmeyelim diye ağladım. Evet, darbeyi önlemede büyük gayret gösteren kitle bizim mahallenin çocukları değildi belki. Bizler korkmuş, içimize sinmiş, dua ederek evlerimizde beklemiştik. İşte belki de bizi öteki gören o kitleyle bir ortak noktada birleşmiştik ilk kez. Oy versek de vermesek de seçilmiş hükümet hepimizin hükümetidir. Bizlere düşen görev de milletimizin yanında demokrasimize sahip çıkmaktır. Nitekim cumartesi öğleden sonra mecliste tüm partilerin uzlaşımında okunan bildirge zor zamanlarda birlik olduğumuzun en doğru göstergesiydi. Keşke bu ölümler yaşanmasaydı, istenmeyen görüntülerle karşılaşmasaydık. Pazar akşamı Taksim Meydanında bu kez tur grubumlaydım. Belki o meydandaki kimse aralarında bir Türk Yahudi’si olduğunu bilmedi. Ben ise öteki mahalledeki komşularımı tanıdım. Ellerimizde Türk bayrakları, bol bol fotoğraf çekip yaşadığımız tarihi kayda geçtik.

Sevgili kardeşim, söyleyecek fazla söz yok. Biz Türk Yahudilerinin düşüncesini anlamak için iki kelime yeterlidir: “Darbeye Hayır!” Aynı değer yargılarını taşımayabilir, aynı hayat tarzını benimsemeyebilir, aynı doğruları paylaşmayabiliriz. Ancak mesele vatan sevgisi ise emin olun ki her Türk Yahudi’si için birlik ve beraberliğimiz her şeyden önce gelir. Yaşadığımız acı dolu günlerin bizleri eşitlik, özgürlük, adalet ve barış dolu bir geleceğe hazırlayacağı aydınlık bir Türkiye temennisiyle…  

1 Yorum