Nefret ve bundan beslenen kinin varabileceği seviyeyi geçtiğimiz yüzyıldaki karizmatik lider / totaliter rejim örnekleri son derece doğru bir şekilde gözler önüne seriyor. Toplumların liderler tarafından köleleştirilmesi ya da liderlerin toplumlar tarafından pohpohlanması, korku iktidarlarının oluşması, yeknesak düşünce ve hareket yapılarının egemen olması, değişik fikirlere tahammül edilememesi gibi belirgin nitelikler, insanların birbirlerini yok ettikleri bir yüzyılın yaşanmasına neden olmuş.
Geçtiğimiz hafta bu anlamda önemli bir olayın yıl dönümüydü. Haziran 1941’de, Hitler Almanya’sı tek taraflı olarak Stalin Sovyet Rusya’sı ile imza altına almış olduğu tarihin belki de en beklenmedik anlaşmasını yok saymış ve Rus kontrolündeki coğrafyaya üç koldan saldırmıştı. Barbarossa Harekâtının siyasi ve askeri arka planı hakkında çok geniş kaynaklar vardır. 1939 yazınının son demlerinde imza edilen Molotof –Ribentrop Anlaşması bir yerde ateş ile barutun flörtünün doğanın yapısına uygun olmayan bir sonucu olmuştu.
Birbirlerine nefretin ideolojileri için varoluş nedeni sayılan Nasyonal Sosyalizm ile Bolşevizm’in bir masa etrafına oturup saldırmazlık paktı imzalamalarına, o dönemlerde Avrupa siyasetini yakından takip edenler hariç, kimseler anlam vermemişti. Anlaşma Almanya’da içten içe eleştirilmiş, dünya komünistleri Stalin’in attığı adımı yadırgamışlar, yerden yere vurmuşlardı. Oysa söz konusu olan, Avrupa’nın, Birinci Dünya Savaşından sonra imzalanan 1919 Paris Anlaşmalarına aykırı bir şekilde, dönemin kazananlarını ekarte ederek yeniden paylaşılması süreciydi bir yerde.
Almanya taş üzerine taş kalmayacak şekilde yenilmişti. O dönemlerdeki azılı düşmanı Rusya ise Ekim Devrimi sürecinde savaştan tek yanlı olarak çekilmişti. Şimdi yeniden birer Avrupa gücü haline gelmişler ancak diğer devletler tarafından şu veya bu nedenle dikkate alınmamışlardı. Nazi Almanya’sı ile Sovyet Rusya geçmişte yitirdiklerini elde etmeye karar vermişlerdi. Hitler’in günlüğünde yazacağı gibi bu şeytanla yapılan bir anlaşmaydı.
Ne Hitler ne de Stalin imzaladıkları saldırmazlık paktına inanmışlardı. Hitler’in derdi batı cephesinde Fransa’yı dize getirip Britanya’nın kıta Avrupa’sına çıkışını engellemekti. Stalin ise Polonya ve Baltık ülkelerinin Moskova’ya bağlanacağı, Çarlığın kaybettiği geniş bir coğrafyanın yine Rus kontrolüne gireceği günleri arzuluyordu. Bu anlamda, Hitler’in atacağı adımlara ses çıkarmayacak, Almanlar anlaşmayı bozana dek bekleyecekti. Şeytanın anlaşmasını çöpe atan Moskova olmayacaktı.
Polonya’nın Almanya ve Rusya arasında pay edilmesi, Baltık ülkelerinin Sovyet sistemine devşirilmeleri, kendini Kiev’den çok Varşova’ya yakın hisseden Batı Ukrayna’nın etki altına alınması elbette ki bölgede yaşayan halkların itilip kakılması anlamına geliyordu.
Devletlerin teker teker ortadan kalkmaları ilgili coğrafyalarda yaşayan Yahudileri de etkilemişti. Nazi Almanya’sı Yahudi’ye ırkçı bir yaklaşım sergilerken, Sovyetler sınıfsal bir tavır içine girerler: Yahudi kapitalist kimliği ile toplumdan tecrit edilir. Üst üste, iki zıt güç tarafından işgal edilmiş Doğu Avrupa’da Yahudiler çifte eziyet çekerler. Stalin onları Sibirya’ya sürer. Şanslı olanlar savaşın o dehşet verici yıllarını uzak diyarlarda soğukla, hastalıkla mücadele ederek geçirirler. Hitler’in yaklaşımı ise daha değişik olur. Stalin’den arta kalan Yahudileri – ki bunlar genellikle Sovyet sistemi ile yakın ilişkide olan yoldaşlardır – yok eder. “Bir kurşuna bir Yahudi”, Baltıklarda, Polonya’nın doğusunda, Ukrayna’da, daha önce, Alman - Rus Saldırmazlık Paktı çerçevesinde bölüşülen topraklarda başarılı bir şekilde uygulanan bir kıyımdır.
Bundan bir sonrası Barbarossa Harekâtının ilk başarıları üzerine inşa edilecek 1942 Ocağındaki Wansee Konferansı ve Nihai Çözüme çıkacak yol olacaktır.