Yeniden boş bir sayfanın önündeyim. İçimden yazmak gelmiyor. Bir zamandır insanlık çıldırmış olmalı diye düşünüyorum. Nefret dalgaları arasında kendini kaybetmiş, nefesi kesilmiş insanlık, ölüm kalım savaşı veriyor diye geçiriyorum içimden. Bu kendini kaybetmişlik bitecek yakında diye ummak istiyorum, ancak oralardan buralardan gelen haberler, dibe vurmaya hala vakit olduğunu haykırıyor adeta.
Karamsar olmamak gerek elbette. Ancak iyimser olmak için de pek bir neden yok. Masumiyet öylesine yitirilmiş ki, güzellikler öylesine ayaklar altına alınmış ki, öylesine ucuzlatılmış ki… Buna karşılık husumet öylesine baş tacı edilmiş ki, geçerli tek var oluş amacı olarak toplumların benliğine işlemiş.
Adalet duygusu nedir bilmeyen bir güruh halinde yaşıyor 21. yüzyılın kendini modern olarak tanımlayan insanı. Hâlbuki Rönesans öncesi döneme doğru sürükleniyor besbelli. Devlet yapılarının kemirildiği, sistemlerin çökertildiği ve bireylerin bataklığa itildiği Ortadoğu’dan ihraç olan her ne duygu hali ise, o Batı toplumlarında yankı buluyor. Toplumlar yırtılıyor. Farklılıklar bileniyor. Herkes azınlıklaştırılıyor. Kamplaşma hukuksuzlukla yoğrulunca ortaya çıkan tam bir orman kanunu oluyor. “Seninki - benimki” kavgası içinde, savruluyor gittikçe yorulan birey.
Bugünün yaşayanı, dünü yaşayandan aldığı eşsiz mirasın farkında olmadan bir daha keşfetmek istercesine Amerika’yı, umursamadan aynı hataları yapıyor. Saygının, sevginin, güvenin temel alınması gereken bir yaşantı yerine, aşağılamanın, kıskançlığın, hıncın egemen olduğu bir yaşantı kutsanıyor bombaların gölgesinde, mermilerin ucunda… Ölüm kusuyor birileri diğerlerine karşı!
Ve vicdan ayaklanmıyor buna. Adaletin olmadığı yerde vicdan susar. Özgürlüğün olmadığı yerde vicdan çalışmaz. Herkes olanı biteni seyreder tepkisiz bir şekilde. Nasıl olsa ateş düştüğü yeri yakmaktadır yalnızca!
Gelin görün ki, o öyle olmuyor işte… Bir çorap söküğü gibi gidiyor. Nefretin körelttiği vicdansızlık virüs gibi toplumların dokusuna nüfuz ediyor. İstanbul’da, Ankara’da buluyor bazılarını… Bazılarını Avrupa kentlerinde, bazılarını Tel Aviv’de veya Yakındoğu’nun karmakarışık coğrafyasında, Bağdat’ta, Kabil’de… Ve de Orlando’da…
Haberlerin altına yazılanlara bakın. Hangi vicdan sahibi, acımasızca hayattan kopartılanların arkasından sevinç naraları atar? Saldırının ardından tatlı dağıtır? Hayatı kendisi gibi yaşamıyor diye insanların üzerine kurşun yağdırılmasını haklı bulabilir?
Böylesi bir ortama rağmen hayattan inadına keyif almak. Sanat ve bilim üretmek, ürettiğinin karşısına geçip yaptığı ile gurur duymak. Küçük ya da büyük fark etmez, fayda sağlamak. Güzelden etkilenmek. Gülmek, bir ezgi mırıldanmak…
Ancak yaşamın kutsandığı yarınlar insanlığı düştüğü kuyudan çıkaracak.