Dünya turu

Alber NASİ Köşe Yazısı
25 Mayıs 2016 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta üç sene aradan sonra tekrar New York’taydım. New York ABD’nin krizden çıktığını haykırır gibi. Resmi enflasyon rakamları ne derse desin, New York’ta enflasyonun ilan edilen enflasyonla hiçbir alakası olmadığını şahsen tespit etme fırsatı buldum. ABD ekonomisi hissedilir biçimde iyileşirken, Amerikan Merkez Bankası hiçbir şey yapmadan sadece demeçlerle ve beklenti yaratarak piyasalara müdahale etmeye devam ediyor. 2015 başından beri süregelen oyun başarılı bir biçimde sürüyor. Tabi oyun sırasında birçok yatırımcının canı yanıyor ama sonuçta hem risk hem kar hem zarar yatırımcının omuzlarında. Yatırımcılar da bu yeni merkez bankası yönetim şeklini kabullenmeli.  

*

Terör saldırıları artık ne yazık ki gündelik hale geldi. Terör saldırıları o kadar kanıksanır oldu ki kazalar bile terör gibi algılanıyor. En son olarak Paris Charles de Gaulle Havaalanından havalanan bir Mısır Havayolları uçağı Sina Çölü üzerine düşünce yeni bir paranoya furyası herkesi sardı. Olayın trajik  bir uçak kazası olma ihtimali nerdeyse sıfırmış gibi davranılıyor. Amerikan havaalanlarında terör saldırısı korkusu sisteme o kadar hakim olmuş ki, güvenlik kontrollerinde 1 ile 2 saat arasında bekleniyor. Benzer durum Mısır’da yaşanan uçak kazasıyla beraber artık tüm Avrupa’ya yayılacak gibi görünüyor. Güvenliği kolaylaştıracak önlemler alınmazsa zaten zorda olan havayolu taşımacılığı sektörü iyice zora gireceğe benzer. 

*

Önümüzdeki günlerde iki konuyu daha tartışıyor olacağız. Birincisi elbette FED’in faiz kararı. Bu konu bol reklamlı yerli televizyon dizileri tadında. Önümüzdeki 3 - 4 ay, özellikle gelişmekte olan ülke piyasaları bu konuyla yatıp kalkacak. İkincisi ise unutulmuş gibi görünen ancak hızla gelen Brexit referandumu. Britanyalı politikacılar tıpkı İskoçya örneğinde olduğu gibi konuyu gündeme getirdiler ancak nasıl bu işin içinden çıkacaklarını bilemediler. Konuyu gündeme taşıyan Başbakan Cameron işin ciddiyetini anladığı zaman iş işten geçmişti bile. Şimdi gündeme taşıyan kendisi değilmiş gibi aleyhte propaganda yapıyor. Brexit’in gerçekleşmesi mükemmel bir kaybet-kaybet durumunu oluşturur. Britanya birçok yatırımını kaybettiği gibi, finans merkezi olma vasfını bile kaybedebilir. Diğer yandan Britanya’nın çıkmasıyla AB’den bahsetmek ne kadar doğru olur veya AB ne kadar kalıcı olur? İster istemez insanın aklına acaba De Gaulle haklı mıydı diye sormak geliyor. Hatırlanacağı üzere AB henüz ticari bir toplulukken De Gaulle İngiltere’nin üye olmasını istememiş ve veto hakkını kullanmıştı. Britanya topluluğa ancak De Gaulle’ün vefatından sonra AB’ye katılabilmişti.

*  

Tüm bu gelişmeler yaşanırken İsrail bir koalisyon krizi içinde. Netanyahu ile arası bir türlü düzelmeyen Savunma Bakanı Yaalon’un istifa etmesinin ardında, Netanyahu’ya güven eksikliği yatıyor. Lieberman’ın savunma bakanı olarak politik sahneye geri dönmeye hazırlanması ile birlikte, bu hassas koalisyonun ne yöne savrulacağı tartışılıyor.

*

Geçtiğimiz haftanın belki de en önemli gelişmelerden biri Türkiye’de yaşandı. Başbakan Davutoğlu görevini ve makamını eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a devretti. Önemsiz bir parti içi mesele gibi görünen gelişme aslında Türk dış politikası açısından son derece önemli bir. Bilindiği üzere Profesör Davutoğlu akademisyen kökenli bir dış politika uzmanıydı. Görev aldığı 1 Mayıs 2009’dan itibaren Türk dış politikasını önemli şekilde yönlendiren ve değiştiren Davutoğlu, başbakanlığı döneminde de dış politikayla yakından ilgilendi. Davutoğlu’nun yeni kabinede yer almayacağı varsayılırsa Türk dış politikasının yeni bir rota çizeceğini öngörmek pek de yanlış olmaz.