Bir Türk Yahudi’sinin gözünden: Mavi Marmara

Mois GABAY Köşe Yazısı 0 yorum
25 Mayıs 2016 Çarşamba

31 Mayıs 2010 pazartesi günü, sabahın erken saatleri. Boğaz’ın iki yakasındaki ev ve apartmanlarda milyonlarca İstanbullu yeni bir haftaya merhaba demeye hazırlanıyor. Türkiye Hahambaşılık binasında birkaç gönüllü acil durum olarak toplanmış endişe ile bir haftadır takip ettikleri Mavi Marmara gemisine yapılan müdahalenin görüntülerini medyadan izliyorlar. Bir haftadır akıbeti korku ile beklenen Mavi Marmara gemisi Gazze yakınlarında İsrail ordusunun asker çıkarması ile durduruluyor.  Bu sırada Şişli, Caddebostan, Ortaköy gibi birçok İstanbul sinagogunda ise aynı saatlerde sabah duası devam ediyor. Haberler ardı ardına sosyal medya ve kanallara düştükçe birçok Türk Yahudi’sinde de aynı endişeli bekleyiş başlıyor. Çok geçmeden Hahambaşılık’ta toplanan ekip ilk resmi basın açıklamasını yayınlıyor: “Gazze’ye doğru hareket halinde olan Mavi Marmara gemisine yapılmış askeri müdahaleyi üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız. Basınımızdan aldığımız ilk haberlere göre, yapılan müdahalede ölü ve yaralıların olduğu hususu, bu üzüntümüzü fazlasıyla arttırmaktadır. Söz konusu girişimin bu şekilde durdurulmasının ülkemizde yarattığı tepkiye katılıyor ve kamuoyumuzla üzüntümüzü paylaşıyoruz.” Bu metin yazılı ve görsel basında paylaşılmaya başlandıkça bir nebze de olsa nefes alınıyor. Ancak yurt genelinde meydanlarda toplanan öfkeli kalabalıkların sesi gittikçe artıyor. Türk Yahudileri Gazze Savaşı ve One Minute krizi ile başlayan dönemdeki en ağır travmalarını yaşıyor. Tarihleri boyunca dost olmuş iki ülke ilk kez bu denli karşı karşıya geliyor. Operasyon sonucu dokuz Türk vatandaşın hayatını kaybetmiş olması tepkileri de en üst seviyeye çıkarıyor. Türk Yahudileri sessiz, suskun, sinmiş ve tarihin acı dolu sayfalarını düşünüp bir an evvel bu kara bulutların dağılmasını bekliyor. Sabah duası sona eriyor, sinagogların önünde daha fazla güvenlik alarm seviyesinde bekletiliyor. Yaşlılar evlerine, çalışanlar ise işyerlerine dağılıyor.

Evet, Gazze Savaşı sonrası yaşanan antisemitizm akımı ile başlayan, One Minute ile devam eden Türk Yahudilerinin sıkıntılı dönemleri Mavi Marmara olayı ile doruk noktasına çıkmıştır. Bugün gerek Türkiye’de gerekse de yurtdışında yaşayan birçok Türk Yahudi’si için Mavi Marmara vakası ve sonrasında yaşananlar sarılması zor bir yara ve travma dönemidir. Mavi Marmara trajedisinin yaşandığı dönem sonrasında gerek IHH İnsani Yardım Vakfı liderlerinin kimi zaman Türk Yahudilerini de hedef alan tehdit dolu açıklamaları, gerekse de Kurtlar Vadisi Filistin ve benzeri yapımlar birçok Türk Yahudi’sinin bu topraklara yönelik inancını, aidiyetini azaltmış ve geleceğe yönelik sorgulamaya itmiştir. Taraf olmadıkları bir savaşta, ellerinden barış için dua etmek dışında hiçbir şey gelmeyen bir avuç kalmış Türk Yahudi’si, çoğu zaman iskeleden sarsıla sarsıla ayrılan bir gemi misali önce rıhtımın, sonra ağaçların ve binaların gözlerden uzaklaştığını, geriye sadece korku ve karmaşanın kaldığını yaşamış, o çok sevdikleri yurtlarının incecik bir çizgi misali nefret tohumlarının içinde kaybolduğunu hissetmişlerdir. Ellerine bayrakları alıp meydanları dolduran öfkeli kalabalıklar bir yanda tepkilerini belirtirken, korkutup sindirdikleri azınlıklarda ise kolektif bir geçmişi paramparça etmişlerdir. O hiçbir zaman aile içinde detaylı anlatılmayan Trakya Olayları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül ve sinagog saldırılarını yaşayan bir neslin çocukları ya farklı diyarlara gittiler ya da daha da gizlendikleri sessiz hayatlarında bir gün eşit vatandaş olabilmenin ümidiyle yaşamaya devam ettiler.

Evet, sizlerle bu yazıyı bir zamanlar binlerce Yahudi’nin mutlu bir hayat sürdüğü şimdi ise yaklaşık 1800 kişilik bir Yahudi cemaati kalan Fas’ın Kazablanka şehrinden paylaşıyorum. Bu akşam mesaj kutuma düşen bir afişte bu cumartesi günü Mavi Marmara’nın altıncı yılında ölenlerin bir yürüyüşle anılacağını öğrendim. Şu zamana kadar bu konu hakkında konuşmamış birçok Türk Yahudi’si gibi o günü bir de bizim gözümüzden yaşayın istedim. Geçmişi değiştirmek imkânsız. Keşke hiçbir vatandaşımız hayatını kaybetmeseydi. Ancak barış tohumları ekmek ancak beraber yaşayabileceğimiz bir geleceği hep birlikte inşa edebilmekle mümkün olabilir. Dileğim 31 Mayıs’ların bir anmadan öte antisemit propagandaya dönüşmemesi, iki ülke arasındaki barış tohumlarının bir an evvel tekrardan ekilmesidir. Türk Yahudileri olarak bir daha böyle bir travmayı yaşamamamızı ümit ediyorum.

 

1 Yorum