Bunca gariplik varken insan rahat uyur mu?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
11 Mayıs 2016 Çarşamba

 Yalanla gerçeğin iç içe geçtiği, gördüğümüz, duyduğumuz ve okuduğumuz her şeyin gerçekliği hakkında kuşku duyduğumuz ve son tahlilde böylesi bir ortamın yarattığı tuhaf, kabul edilemez, anlaşılamaz ve giderek kötülüğün toprağına su döken söylem ve gelişmelerin bolca arz-ı endam ettiği, sanki ismi konmamış çok boyutlu bir sessiz savaş zamanındayız.

Adı konulmuş savaş dönemlerinde cepheleşmiş insanlar diğer cepheyi yok etmek için hiç bir insani değere önem vermez, zira aslolan savaşın kazanılmasıdır. Bu amaç uğruna yapılmamış, denenmemiş hiç bir eylem kalmaz.

Peki, Türkiye’de ne oluyor da bu tür azgın bir cepheleşmenin sonuçlarını en çıplak haliyle idrak ediyoruz, nefes aldığımız her an itibariyle, acaba? Onca farklılığa, onca renge rağmen birlikte yaşamanın formülünü iyi, kötü tutturmuşken, ne oluyor güzelim memlekete son dönemlerde?

Üstelik, ruhumuzu en acıtan kısmı da, bu denli tuhaflıklar ve kötülükler karşısında “Bu toplum nasıl birlikte yaşayacak?” sorusuna da kimilerinin, “Birlikte yaşamak isteyen kim?” kıvamındaki havasını koklamamız olsa gerek. Bu, öncesi olmayan bir Türkiye sosyolojisidir. Bu, genç sayılabilecek Cumhuriyet’in bugüne kadar tanık olmadığı tehlikeli bir Türkiye resmidir.

Taraf olan her kesim diğerini zorda bırakacak, giderek yok edecek biz sözde zaferin peşinde koşmakta. Oysaki yıkıcı büyüklükteki kayıplar pahasına zafere, ‘zafer’ mi diyeceğiz? Pirüs zaferinin kayıplarının kazançlarından açık ara daha fazla ve geri dönülemeyecek zararlarla da dolu olduğunu bilmiyor muyuz ey cephedeki körleşmiş ‘askerler’?

Oysaki insanoğlunun barıştan daha büyük bir zaferi yok yeryüzünde.

Ülkenin sanatçısı, “Hepimiz hastayız. Kapatalım bu ülkeyi, anahtarını da okyanusun en derin yerine atalım” diyorsa durup düşünmek gerekiyor, ‘bu ülke ne zaman ve nasıl bu hale geldi’ diye.

Bir başka popüler sanatçı “Geceleri ülkemin problemlerinden gözüme uyku girmiyor” diyorsa eğer, tarafgirlik batağına saplanmadan irdelemek gerekiyor memleketteki nasırlaşmış büyük meseleyi.

Evet, Türkiye çoğumuzu yormuş durumda. Kimimize uyku girmiyor bazı geceler zira ölümüne sevdiğimiz ülkemize dertleniyoruz.

Kimimiz mutlak umudu kaybetmişçesine kendimize bile yabancılaşarak yaşamaya başlamış durumda.

Bir ünlü gazeteciye yapılan silahlı saldırıyı, ‘kurgu’ veya ‘tiyatro’ olarak yorumlayan meslektaşlar var bu memlekette. Salt karşı cephede olma adına, gerçekleri görememe veya ters yüz etme gayreti içinde olanlar var bu diyarlarda ne yazık ki.

Biz bu iklime, yoğun sisten yolunu kaybetmiş kuşlar misali ne kadar daha dayanabileceğimiz toplum olarak, Türkiye olarak?

Evet, nefes aldıkça umut vardır hayatta.

Lakin sis dağılacağına iyice yerleşmişse bu topraklara, sabır ve metanet nereye kadar direnecek?...

***

İfade özgürlüğüne saygı lütfen

‘İsrail’in son bir mucizeye ihtiyacı var’ adlı son yazımda tarih boyunca Yahudilerin ve son olarak İsrail Devleti’nin büyük başarılarından söz ettikten sonra son başarının barış mucizesi olmasını dilemiş, İsrailli statükodan yana siyasetçilerin de barışın peşinden koşması gerektiğinden söz etmiştim.

Yurtdışında yaşayan kimi Türk Yahudilerin oluşturduğu dijital bir platformda bu son temennim ile alakalı olarak yakışıksız ve hakaretlere kadar varan sözlere maruz kaldım. Azınlıkta da olsalar sesleri gür çıkan bu arkadaşlara tek tavsiyem ifade özgürlüğüne saygı göstermeleri ve demokrasiye inanmaları olacak.

Tersi, ne insanlığa, ne de sorgulamaya ve farklışünme pratiğine eşsiz bir şekilde kendi içinde yer veren Yahudilik kültürüne faydası var.

Ben söylemiş olayım.