Öleceğiz diye yaşamaktan korkuyoruz

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
13 Nisan 2016 Çarşamba

Değerli Rabi Mendy, Ekim 2015 tarihli bir yazısını yakın zamanda yine Facebook’a koydu. Yazıda bir hanım ona yaklaşıyor ve Tora’da en çok geçen emrin hangisi olduğunu soruyor, rabi bilemeyince cevabı kendi veriyor: “Al Tirah” yani korkma. Rabi sonra kontrol ediyor ve bu sözlerin Tora’da seksen kereden fazla tekrarlandığını görüyor. Tanrı atalarımıza ve her peygambere “Korkma” diyor. Tora’yı bilen biri, devamın rahatlıkla getirebilir: “Korkma, Ben Aşem, arkandayım.”

Tanrı bize hayatı armağan etti ama biz layığıyla yaşayamıyoruz. Korkularımız var. Kimi hayali, kimi gerçek korkular. İşin garibi, gerçek korkularla baş etmek, hayali korkuları akıldan silmekten çok daha kolaydır. İnanın bana, sevgili okurlar, dağ başındaki cahil çoban olmayı öyle isterdim ki! “Cahil çoban” sözcüklerini ciddiye almayın lütfen. Hem atalarımız, hem bazı krallarımız, hem de peygamberlerin çoğu, bilgelerimizin kimi, çobandı ve hiç de cahil değildiler. Sürülerini otlatırken hayat hakkında düşünecek ve sonuca varacak bolca vakitleri vardı. Kastettiğim şu: Hayal gücüm ve tıp hakkında yarım yamalak bilgim olmasaydı keşke.

Çoğumuz kontrol manyağıyız. Denetimin hep elimizde olmasını istiyoruz. Örneğin doktor bir ilaç veriyor, hemen prospektüse sarılıyor, etkileşen ilaçları ve yan etkileri okuyoruz. Kimi doktor bunu anlayışla karşılayıp endişelerimizi gideriyor. Kimine ise ulaşmak hayal. Aşem’in bana layık gördüğü vücudun tıbbi müdahalelere tahammülü yok. Her neşter değdiğinde sorunlar çıkarıyor. Çoktandır ihmal ettiğim dönemsel check-up’larımı yaptırıyorum ve inanın sıkıntılı bir dönem geçiriyorum. Kimi zaman haklıyım ama bazen de boşuna kuruntu yapıyorum. Ancak yarım yamalak tıp bilgimin ve Prof. Google’ın bana kötü günler yaşattığı kesin. Oysa kendimi Aşem’e teslim etsem, doktorların sadece aracı olduğunu kabul etsem ve başıma ne gelirse gelsin, eninde sonunda iyiliğim için olduğuna ikna olsam…

Konu sadece sağlık değil tabi. Son günlerde yaşanan elim olaylar yüzünden pek çok kişi ibadet etmek için sinagoga gitmekten korkuyor. Oysa bir kır kahvesinde otururken duvar üzerlerine yıkıldı diye can verenler var. Konuyu fazla deşmeye gerek yok ama hangisi daha iyi?

Korkuyoruz sevgili okurlar. Hastalanmaktan, sevdiklerimizi kaybetmekten, işsiz ya da parasız kalmaktan, ihanete ya da iftiraya uğramaktan, tabiri caizse kazık yemekten, dolandırılmaktan… Öylesine korkuyoruz ki, bir telefon konuşması üzerine bavulla parayı kendi elimizle dolandırıcılara teslim ediyoruz. Çocuğumuz aramakta ya da gelmekte beş dakika gecikse, en kötü senaryoları yazıyoruz. Hâlbuki basit düşünsek ve senaryo yazma işini profesyonellere bıraksak ne iyi olur, öyle değil mi?

Hayatı armağan değil yük olarak görüyoruz ama yine de yaşamak istiyoruz. Bazen ertesi gün bankaya gideceğiz diye dertleniyor, şimdi başıma kim bilir ne işler açacaklar diye korkuyoruz. Hele resmi daireler söz konusu olduğunda bu dert daha da katlanıyor. Oysa bürokrasi çok değişti. Hiçbir formalite eskisi kadar zor değil.

Rahmetli annem, temizlikçi kadının geleceği günü kara kara düşünürdü. Kız kardeşim kalabalık yerlere gitmekten ürküyor. Ben sayfayı çevirmekte zorlanıyorum. Nasıl mı? Mesela yaptırdığım kolonoskopi sonrasında ateşim yükseldi, ilacımı aldım ve çok şükür düzeldim. Ama günlerce elimde termometre ile dolaşıp ateşimi kontrol ettim. Bu sadece bir örnek. Unutamama huyum var. Yazan biri için faydalı, ne var ki, hayatı zehir ediyor. Bazen unutamamanın bir tür ceza olduğunu düşünmüyor değilim açıkçası.

Tora seksen küsur kere “Korkma” diyorsa, korkmamak gerek. Çünkü ne oluyor biliyor musunuz? Öleceğiz diye, ya da sevdiklerimizin başına kötü bir şey gelecek diye yaşamaktan vazgeçiyoruz. Kontrolü Aşem’in Eline bırakalım ve biz, tikun’umuza bakalım.

“Al Tirah!”, sevgili okurlar.

 

********************************************