Mor gelinlik

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
13 Nisan 2016 Çarşamba

Bahar mevsiminin gelişinin işareti benim için Teşvikiye’den Maçka’ya giden yolun üzerinde bulunan Maçka Palas’ın bahçesini çevreleyen demir parmaklıklarda açmaya başlayan mor salkımlardır. Ardından havada uçuşan polenler başlar. Odayı havalandırmak için pencereyi açarsınız. Yarım saat sonra içeri girdiğinizde yer gök pamuk içindedir. O dönemde halı süpürgesi daha sık fişe takılır.

Sonuncusu ise Pesah’ın gelişidir. Zamanla bayram hazırlıkları farklılıklar içeriyor. Şöyle ki yardımcı personeller hep yakın çevrenizde çalıştıklarından, yedeğe düşmemek için bir an evvel ‘ayarlamak’ durumundasınız. Tabii bunun da incelikleri var. Mesela bayramdan uzunca bir süre evvel telefon açıp hal hatır sorarsınız. İkinci telefonda ise işi bağlarsınız. Olayların bu hale gelmesinin tek nedeni eski yerli yardımcıların yerini yabancı kökenlilerin almasıdır. Eskileri bizler yetiştirdiğimiz için mutfakta usule göre yardım ederler. Köşe bucağı üşenmeden temizlerler.

Pesah’la ilgili diğer önemli bir ayrıntı ise, masaya oturacak kişi sayısını, birkaç gün öncesine kadar bilmemenizdir. Genelde, önce sıkça iş seyahatine çıkan aile bireylerine tarih bildirilir.

Sonra da sık aralıklar ve değişik cümlelerle hatırlatma yapılır.

Hayatın doğal akışında gençler evlenir, aileler büyür. Artık herkesin bir arada olması zorlaşır. Büyükler orta yolu bulmaya çalışır; bu da zaman alır…

Özetle bana göre Pesah’a hazırlanmanın iki temel sorunu, yardımcı personel ve masadaki kişi sayısı. Yoksa yüz yumurta, sekiz kek, kırk-elli pırasa köftesi, dört tepsi ıspanak böreği, Asteriks’in düştüğü kazanda kuzu fırında, birkaç kilo taze patates, vs, vs; bunları hazırlamak hiç sorun değil.

Yine de kuvvet kazanmak için bu hafta birkaç günlük kısa bir tatil yapacağım. En azından oksijeni çok bol bir yöreye gideceğim. Allah nasip ederse, dönüşümde zihnim daha açık olacak. Soru işaretleri de sorun olmaktan çıkacak.

***

Bazı güzellikler açısından ne kadar şanslı bir nesilmişiz. Bahar gezmelerinden bir tanesi Emirgan Korusunda rengârenk lalelerin arasında dolaşmaktı. Mekân hayli büyük olduğundan kendimizi büyülü bir dünyanın içinde hissederdik.

Çocuklarım küçükken onları da götürdüm. Ne kadarını anımsarlar, bilmiyorum. Aradan uzun yıllar geçti. Üç dört sene evveldi sanırım; eşimle bir pazar sabahı Emirgan’da laleleri görmeye gittik. Gerçek bir karabasandı. Çimenler piknik yeri olmuş. Tencere tava yerlerde, mermer çeşmelerin içinde etler yıkanıyor, çingene mangallarından çıkan duman adeta bir sis bulutu oluşturuyordu.

 ‘Bir daha mı tövbe’ diyerek hemen dönüş yoluna geçtik.

Ne var ki, her bahar gelişinde Lale Bahçesini özlerim. ‘Bir sabah erken saatte gitsek mi?’ diye aklımdan geçirirken, WhatsApp’ıma bir yazı geldi. Okul arkadaşımdandı. ‘Sakın Emirgan Korusuna gitmeyin’ diyordu. Piknikçilerin, davul dümbeleğin yanı sıra mor, pembe, sarı gibi ‘nişan’ gelinlikleriyle poz poz resimler çektiren çiftler de bir başka kalabalık oluşturmuş. Düğün albümünü hazırlayan fotoğrafçılar, uzun sürdüğünden çekimi düğünden bir gün evvel yapıyorlarmış. Kimi gelinler, gelinliklerini düğün öncesi giymek istemediklerinden böyle renkli kıyafetlere bürünüyorlarmış. Bu da Emirgan Korusunun yeni yüzü… Benden söylemesi!