Huntington haklı çıkıyor

Suriyeli göçmenlerin Avrupa’ya akmasından ve Köln’de yaşanan ve günler sonra tüm Avrupa’nın ana gündemine giren toplu taciz olaylarından sonra Avrupa insanının öteki’ye ve yabancıya artık eskisi gibi hoşgörülü davranmayacağı, bu refleksin giderek yabancı karşıtı refleksin en hiddetlilerinden birine dönüşeceğini söylemek için pek de kâhin olmaya gerek yok.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
3 Şubat 2016 Çarşamba

31 Aralık 2015 gecesi saat 24’ü vurmaya dakikalar kala Avrupa hem derin uykusundan uyanıyor, hem de kültürler arası uçurum farklılığının farkındalığı ile yabancı düşmanlığı meselesinde artık hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını idrak etmiş oluyordu.

Almanya’nın çoğunlukla yüksek eğitimli insanların yaşadığı Köln şehrinin tren garının meydanında Alman kadınları, bölgede toplanmış yüzlerce Ortadoğulu ve Kuzey Afrikalı genç göçmen erkekler tarafından herkesin önünde fiziki tacize uğrarken olaylardan hemen sonra korkudan susup birkaç gün sonra sayıları yüzü bulan şikâyette bulunduklarında Avrupa ayağa kalkacaktı. O kadınlar, onca çabadan sonra kazandıkları bireysel ve sosyal özgürlüklerinin tehlikeye girdiği endişesiyle boy gösterecek ve ‘SOS’ çekeceklerdi. ‘İki ayrı gezegenin insanları’ tanımlaması yaparlarken ülke yöneticilerinden özgürlük kazanımlarının yitip gitmemesi için göçmenlere ciddi yaptırımlar yapılması için de çağrıda bulunacaklardı.

İki farklı kültürün cinsellik dünyasındaki zıt karakterlerinin yarattığı çatışmanın ve Samuel Huntington’un 1988’de öngördüğü ‘Medeniyetler Çatışması’nın en belirgin ve insanın en hassas olduğu bir alandaki örneğiyle karşı karşıya kalınıyordu.

Suriyeli göçmenlerin Avrupa’ya akması ve Köln’de yaşanan ve günler sonra tüm Avrupa’nın ana gündemine giren toplu taciz olaylarından sonra Avrupa’da yerli insanın savunma refleksiyle bile olsa öteki’ye ve yabancıya artık eskisi gibi hoşgörülü davranmayacağı, bu refleksin giderek yabancı karşıtı refleksin en hiddetlilerinden birine dönüşeceğini söylemek için pek de kâhin olmaya gerek olmayacaktı.

***

Türkiye’nin 27 Ocak Uluslararası Holokost’u Anma Günü’nü bu kez Ankara’da Başkent Üniversitesinin himayesindeki bir törenle andığını biliyorsunuz. Bu tören nedense bu sene basında pek yer almazken AB Bakanı Büyükelçi Volkan Bozkır’ın son derece anlamlı konuşması ise haliyle pek duyulmamış oldu. Oysaki Bozkır, konuşmasında öteki’ye olan düşmanlığın ve kötülüğün felsefi arka planını çizerken Frankfurt Felsefe Okulunun ve düşünür Adorno’nun moderniteye eleştirilerine benzer yaklaşımlarda bulunması çok önemliydi. Şöyle diyecekti konuşmasında Bozkır:

“18. yüzyıldan itibaren insanlık, tarihin hiç bir döneminde görülmemiş bir teknolojik devrim evresine girmiş, felsefe, sanat ve bir çok alanda insan aklının öncülüğünde sağlanan gelişmeyle sürekli ileriye gidildiğine inanılan bir iyimserlik ve modern uygarlığa güven hasıl olmuştu.

Ancak 1930’larla beraber modern uygarlığın vahşi barbarlığın antitezi olmadığı ortaya çıktı. Moderniteyle beraber girilen yeni dönemin, tıpta ulaşımda, bilimde ve sanatta büyük gelişmelerin kaydedilmesini sağlayan yaratıcı doğasının yanı sıra, milyonların ölümüne yol açan savaşlara, katliamlara ve ölüm kamplarına sebep olacak yok edici bir doğaya da sahip olduğu görüldü…”

Evet, ne modenitenin, ne aydınlanmış aklın, ne de teknolojik gelişmenin ırkçılığın ve kötülüğün panzehri olamadığını bugün de gözlemliyoruz. Öteki’ye düşmanlık insan karakterinin en derin dehlizlerinde saklandığı yerden en ufak bir titreşimde ortaya çıkmaya devam ediyor.

Büyükelçi Bozkır, ayrıca ülkemizdeki ırkçılığa atfen de şöyle diyecekti:

“Antisemitizmin, İslamofobi’nin ve yabancı düşmanlığının zaman zaman ülkemizdeki bazı marjinal çevrelerde de etkili olduğunu üzüntüyle gözlemliyoruz.”

Tespit doğru tabii ki. O halde bunun üzerine gitmek için ne yapılması gerektiğini de yetkililerden duymayı beklemek en doğal hakkımız olsa gerek.

Barack Obama’nın, Holokost Anma Günü vesilesiyle katıldığı anma toplantısındaki konuşmasında tarihi bir olaya referans vererek sarfettiği, “Hepimiz Yahudiyiz” sözlerinin bizim buralarda en azından twitter dünyasında nasıl öfke yarattığını ve yeni antisemit nefret söylemleriyle karşılandığını gördüğünüzde meselenin ciddiyetinin Bakan Bozkır’ın üzüntüsünün çok ötesinde konumlandığını görmek mümkün.

***

Avrupa’da eski ve yeni göçmenlerin hayata tüm ağırlıklarıyla karışmaları Huntington’un tezini doğrular sonuçlar çıkarıyor. Şimdi hem yerel halkın hem de yöneticilerin göçmenlere karşı sert tedbirler alması çok muhtemel. Bunun tepkilerinin ne olacağını ise kestirmek pek zor değil.

Antisemitizm de, ülke yöneticilerinin karşı duruşlarına rağmen hem Avrupa’da hem Türkiye’de yükselme trendine devam ediyor.

Durum anlayacağınız hiç de iç açıcı değil.

Sigmund Freud’ün o ünlü sözü hep aklımda:

“Barış dönemleri, aslında iki savaş arası dinlenme dönemleridir…”