Başarı üzerine

Debbi ANTEBİ Köşe Yazısı
20 Ocak 2016 Çarşamba

Bundan birkaç sene önce, Yurtdışı Üniversite Danışmanlık Ofisinde çalıştığım okulda, 9. sınıf öğrencilerine mesleki eğilim anketi yapmıştık. “İleride ne olmak istiyorsun?” sorusu da bu ankette yer almaktaydı. Öğrencilerin büyük çoğunluğunun bu soruya cevabı aynı olmuştu; “CEO olmak istiyorum!”

Anket sonuçları çıktıktan sonra her öğrenciyle yapılan birebir görüşmelerde, “Hangi alanda çalışmak istiyorsun? Hangi şirketin CEO’su olmak istiyorsun? Bir CEO’nun sorumlulukları nelerdir?” gibi sorular sorduğumuzda, gelen cevap yine aynıydı; “Yüzlerce insanın benim altımda çalışmasını istiyorum.” 9. sınıfların başarı tanımlarındaki en önemli iki kıstas belliydi: güç ve para.

Kişinin içinde yaşadığı toplumun ve zamanın değer yargılarından etkilenerek başarı tanımını, hedeflerini ve isteklerini şekillendirmesi çok doğal. Artık öğrencilerin üniversite arayış süreçlerinde bile ilk araştırdıkları ölçütlerden biri, seçtikleri üniversiteden mezun olanların iş bulma oranları. Durum böyle olunca,  yapılan anket sonuçlarında –alan ve şirket fark etmeksizin- ‘CEO’ olmayı hedeflemenin çıkması çok da şaşırtıcı değil.

***

Geçtiğimiz haftalarda Barbara Stok tarafından yazılmış ve Van Gogh’un Arles’da geçirdiği yılları anlatan ‘Vincent’ başlıklı kitabını okudum. Bildiğiniz gibi Van Gogh neredeyse tüm ressamlık kariyeri boyunca kardeşi Theo’dan aldığı maddi destek ile zar zor geçinebilmiş, kimi zaman yeni boya almak için bile kardeşinden gelecek parayı beklemek zorunda kalmıştır. Yine de Arles’da geçirdiği süre boyunca kendini yalnızca sanatına adayarak, her sabah resim gezilerine çıkmış ve o dönemde kimsenin almak istemediği tablolar üzerinde bıkmadan usanmadan çalışmıştır. İçinde yaşadığı toplum standartlarında ‘başarısız’ olarak görülen bu sanat eserleri, yıllar sonra dünyanın en pahalı ve en değerli eserleri arasında yer almıştır. Eğer Van Gogh’un önceliği yaratmak değil para kazanmak olsaydı, kendisi için değil başkaları için çizseydi, Van Gogh olabilir miydi?

***

Geçen sene Ulus Musevi Lisesi’ne konuşmacı olarak gelen Zülfü Livaneli’nin başarı üzerine söyledikleri beni çok etkilemişti. “Kendinizi bir amaca adayın,” demişti. “Zengin olmak bir amaç değil, bir yan ürün.” Bu görüşe kesinlikle katılıyorum. Dünya çapında ‘başarılı’ olarak tanımlanan sanatçılara, iş adamlarına, liderlere baktığımızda, hepsinin bir amaç uğruna yola çıktıklarını, çalışıp çabaladıklarını, yorucu bir sürecin sonunda da başarıyı yakaladıklarını görüyoruz.

Öğrencilerin en çok para kazanmalarını sağlayacak alanı seçmeleri, en çabuk iş bulmalarını sağlayacağına inandıkları üniversiteyi hedeflemeleri, aslında toplumsal değer yargılarının birer yansımasıdır. Bu noktada öğrencileri elle tutulur kısa dönemli başarılar yerine, ilgi alanlarına yönelik uzun dönemli bir amaca yönlendirmek daha önemli olacaktır. Başkalarının belirlediği kriterlere uyarak veya diğer insanlarla yarışarak değil, kendi kulvarımızda belirlediğimiz hedefe uygun yol almak bize uzun dönemde hem başarı hem de mutluluk getirecektir. Einstein’in da dediği gibi, “Mutlu bir hayat yaşamak istiyorsan, yaşamını nesnelere ve insanlara değil, bir amaca bağla.”