Aynen öyle...

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
13 Ocak 2016 Çarşamba

S izin de dikkatinizi çekiyor mu, sanki son birkaç yıldır önce ergenlerin dilinde başlayan ‘aynen’ kelimesi (aslında tek kelimelik cümle) hızla yaygınlık kazandı. Çevremdekilere “bak sen de aynen demeye başladın” derken ‘aynen’ bana da sıçradı. Kelimelerin ve cümlelerin youtube videolarından alıntı deyimle, viral niteliğine ‘aynen’ de tanık oldum. İş ciddiye bindi; karşılıklı konuşmalarda ‘aynen’ cümlesinin kaç kez geçtiğini saymaya başladım. Kafamızı karşıdakini onaylar biçimde sallama hareketiyle eş zamanlı olduğunu gözlediğimde büyük bir buluş yaptığım hissine kapıldım. Bu yazıyı okurken kafanızı yukarı aşağı onaylarcasına sallamıyor, kafanızın içinden ya da sesli olarak ‘aynen’ demiyorsanız, yüz yüze olmadığımızdandır. Suratıma karşı aynen dememezlik edemeyeceğinizden öylesine eminim ki! İngilizce’deki ‘aynen’e en yakın olduğunu düşündüğüm kelime/cümlelerin kullanımında, İngilizce konuşanlarda böyle bir artış olup olmadığını Google’ladım. Birkaç yakın psikiyatr, psikoterapist (Amerikalı) arkadaşıma da sordum: “Sizde de bir aynen artışı var mı”, diye?  Varmış, İngilizce hangi kelimeleri aynen (harfi harfine virgülü virgülüne değiştirmeksizin aynısı) karşılığı aldığımızı siz tahmin edin.

Konuya kafa yordukça, ‘aynen’in herkesin aynı fikirde olduğu, kimsenin kimseyle anlaşmazlık içinde olmadığı, ya da kimsenin kimseye ters düşmediği bir dünya fantezisinin ürünü olduğunu düşünmeye başladım.“Sana katılıyorum, seninle aynı görüşteyim, zaten sen ve ben birbirimizden farklı düşünebilir miyiz ki?” gibi cümlelerle ifade edilebilecek bu eş-düşüncelilik halinin çatışmalardan bıkkınlık gelmiş, çelişkilerden haz etmez bir yeni kuşak fenomeni olduğunu söyleyebilir miyiz? Karşımızdakini olumlarken biz mi ona katılıyoruz, onu bize katılmaya davet mi ediyoruz? Bize katılması, görüşümüze ortak olması (gereğinde ayrılabileceği bir ortaklığa girmesi, iştirak etmesi) şeklinde mi? Yoksa karşımızdaki bizim görüşümüze adeta iltihak edip, görüşümüzün bir parçası haline gelen bir ‘yavru görüş’ mü oluyor?

Konuşmalarda ya da tartışmalarda aynen demeyi bir ters düşme korkusunun işareti olarak değerlendirirsek, aynen meselenin tartışmaya dönüşmesini önleyen bir etki yapabilir. Sevdiklerimizle, yakınlarımızla hemen her konuda aynı düşünmemiz gerektiğine olan inancımız birçok çatışmanın ve tartışmanın kaynağı oluyor. Aynı partiye oy vermez, başkanlık sistemi ya da Suriye krizi hakkında tıpatıp aynen düşünmezsek, ilişkiye bir son vermemiz gerekeceği aklımıza geliyor. Yetmişlerde fraksiyon değiştirdi diye yollarını ayıran sevgililer zaman değişip çokuluslularda üst yöneticiliğe yükseldiklerinde, en yakın rakipte işe girdi diye eşini boşayanlara pek şaşıran yok. Ancak o duruma düşmek isteyen de yok. O zaman görüşümüzü belli etmeksizin ‘aynen’lemeye devamdan başka çare de pek kalmıyor. Oysa çocuklarımıza ya da sevgililerimize, eşlerimize sonsuz düşünce ve seçim özgürlüğü veriyor, her konuda ters düşmek için bin bir olasılık sunuyoruz. Okullardaki yemek seçimlerini düşünün, salata bar’ı olmayan özel okul pek göremezsiniz, pahalısından ucuzuna. Tabldot günleri geride kaldı. Ama yemeği beğenmeme olasılığını seçimlerin artması azaltacağına arttırıyor. Yemeklerden memnuniyetsizlik ifade eden çocuklar (biraz düşündüklerinde ‘yemekler o kadar da kötü değil aslında’ deseler de) birbirleriyle ters düşeceklerine okul idaresi ya da yemek şirketiyle ters düşmeyi tercih ediyor. Birisine kafa tutuyor gibi gözüken muhalif öğrencilerin, o noktada birbirlerine (daha kalabalık ve bir yerde daha güçlü olana) aynen demekte olduklarını da unutmayalım. Buna dayanışma da denebilir, duruma göre. Ancak genellikle az önce sözünü ettiğim ötekinin görüşüne iştirak mi, iltihak mı (ikisi de Türkçe’de katılmak olarak kullanıldığından) belli olmayabiliyor.

Aynen’cileri eleştiremem. Kim bilir, kaç kere ters düşmeyi, anlaşmazlık yaşamayı savuşturmak için aynenlemiş birisiyimdir. Misafir gittiğim evde (bana göre) bilmeden konuşan, saçma ve ayrımcı bir dil kullanan öteki misafiri bozum etmemek için aynenlemesem bile ses çıkartmayıp ev sahibinin tadını kaçırmamayı öne çektiğim az değildir.

Bu noktada 1953’ten bu yana tekrar tekrar aynı bulguların elde edildiği ve Asch deneyi olarak bilinen gruba/çoğunluğa uyma deneyini hatırlatayım: Deneyde algılama yargılarının (perceptual judgement) ölçüleceği belirtilir. Denek bir odaya alınır. Odada onun dışında dört kişi daha vardır, deneyi yapan kişilerdir. Denek bunu bilmez, diğerleri de denek görünümündedir. Denekten gösterilen iki karttan birincisindeki bir çizginin diğer karttaki hangi çizgi ile aynı boyda olduğunu söylemesi istenir. Denek her zaman en son cevap veren kişidir. İlk denemelerde deneyciler, deneğin güvenini kazanmak için hep doğru cevabı verir. Daha sonra, bütün deneyciler aynı yanlış cevabı vermeye başlar. Çalışmanın bulgularında, deneklerin yüzde 25’i hiç etkilenmezken, yüzde 75’i en az bir kere bile bile yanlış cevap vermiştir. Bir başka deyişle aynenlemiştir. Belirtilen gerekçeler: Gruba uymak, ters düşmemek, tatsızlık çıkartmamak ya da yanılabileceğini düşünmektir. Çoğunluğa ters düşmenin, gruba uymamanın beyinsel etkilerini araştıran Naomi Eisenberger’in 2000’lerdeki deneylerinde gruptan reddedilmenin beyinde aktive ettiği ana alan talamus olarak tanımlanmıştır. Talamus, fiziksel ağrıda nasıl çalışıyorsa, reddedilme/dışlanma olarak tanımlanabilecek ters düşme sonucu durumlarda da öyle çalışmaktadır. Acı çekmek istemiyorsak, uymak daha uygun olacaktır.

Aynen, acıyı savuşturan söylemesi kolay, yük getirmeyen bir cümledir.