Açılım bizleri ürkütmesin

Balat’taki İstipol Sinagogu 65 yıl sonra yeniden duaya açıldı. Tarihi mekânlar yaşamlarını, ancak cemaat üyelerinin katılımlarıyla ile sürdürebilirler. Aynı gün Neve Şalom bünyesine taşınan 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesinin de açılışı gerçekleşti. Müzenin başarısı da geniş kitlelere ulaşabildiği, çok sayıda ziyaretçiyi ağırladığı oranda artacaktır.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
13 Ocak 2016 Çarşamba

Edirne Sinagogunun açılışında -onarımını cemaatimiz yüklenmediği halde- tarihi bir gün yaşamıştık. Bu coşkunun nedeni de sabah duasına devlet yetkililerinin yanı sıra bin kadar dindaşımızın katılımıydı.

Geçtiğimiz hafta, inşa tarihi 1694 yılındaki bir fermana dayanan ve geçirdiği yangın sonrasında 1899 tarihli bir ferman ile yenilenmesine izin verilen Balat’taki ‘İstipol Sinagogu’ 65 yıl sonra yeniden duaya açıldı. Ahşap mimarisi, yuvarlak pencereleri ve süslü camları ile dini ve kültürel mirasımızın bu değerli mekânının cemaat tarafından restore ettirilmesi ve yeniden can bulması önemli bir kazanımdır. Ancak hem Edirne, hem İstipol sinagoglarının açılışlarını daha da değerli kılan, duyguları en üst düzeye taşıyan cemaat bireylerinin gösterdiği ilgi, katılımın yoğunluğu idi. Tarihi mekânlar ancak bu ilgi sürdüğü, canlı tutulduğu sürece yaşamlarını sürdürebilirler.

Periskoptan gerçekleştirilen yayında gönderilen; “Bunlar satanist mi?”, “Hayatımda hiç Yahudi görmedim!”, “Başlarındaki o siyah şey ne, ayin mi yapıyorlar?” türünden, hatta oldukça ağır hakaretleri içeren bazı mesajlar üzücü ve düşündürücü...

Geçen hafta yaşanan diğer bir önemli olay ise eski ‘Zülfaris Sinagogunda 2001 yılında açılışı yapılan ‘500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesinin yeni yerine, Neve Şalom bünyesine taşınması nedeniyle düzenlenen tören oldu.

Yine periskopta müzenin tanıtım yayını sırasında pek çok mesaj geldi. Ama bu kez; “Yahudilerde de sünnet varmış…”, “ Tevilaları bizdeki abdeste benziyor”, “Bunlar da tek Tanrıya inanıyormuş…”, “ Ne de çok benzerlik var…” tarzındaki yorumlar müzede yer alan obje veya bilgilendirme panolarının yaratığı olumlu algıyı ortaya koymaktaydı.

Fazla söze ne hacet… Müzenin başarısı geniş kitlelere ulaşabildiği, çok sayıda ziyaretçiyi ağırladığı oranda artacaktır. Yılda sadece 5-10 bin ziyaretçi tarafından gezilen bir müze ne denli değerli olursa olsun amacını gerçekleştirmiş sayılamaz. Çıtayı yüksek tutarak on binlere kapılarımızı açmaya çalışalım.

Sosyal medyadaki bazı ayrımcı tepkiler nedeniyle, ‘low profile’ın tersi bir açılım bizleri ürkütmesin. Kendimizi diğerlerine tanıtmaya çalışmıyoruz, içinde yaşadığımız toplumun her rengi ile kendi kendini tanımasına katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Nefret söylemine dönüşmedikçe olumsuz yaklaşımlar bizleri yıldırmasın…

Neve Şalom’daki müzenin açılışından birkaç gün önce Berlin’de mimari yapısı Daniel Libeskind tarafından tasarlanan Yahudi müzesini gezdim. Müzeye girebilmek için Barok tarzında yeraltı koridorundan geçmek gerekiyor. Ziyaretçilerin, yerin altında oluşturulan üç farklı rotayla, saklanma kaygısı ve yolunu kaybetme duygularını deneyimlemesi isteniyor. Bu üç rotanın farklı öyküleri var. Birincisi ve en uzun olanı, geçmişten geleceğe uzanacak şekilde, süreklilik merdivenine çıkıyor. Ziyaretçiler bu merdivenlerden çıktıklarında sergi salonuna ulaşıyorlar. İkinci rota, ‘Sürgün ve Göç Bahçesi’ne çıkıyor. Üçüncü rota ise bir çıkmaz, ‘Holokost!’

Sarımsak şeklinde üç parça halinde açılan bir enstalasyon ve başında bir din adamı ile elinde bir ördek tutan kadın. Sarımsağın üç dişinden her biri 14. yüzyılda Orta Avrupa’da Rashi olarak da tanınan ünlü Rabbi Shlomo Yitzhaki tarafından Talmudik eğitimin verildiği Speyer, Worms ve Mainz bölgelerini simgeliyor. Bu üç yörenin baş harfleri bir araya geldiğinde de İbranice dilinde sarımsak ‘Şum’ kelimesi ortaya çıkıyor. Beş saat boyunca gezdiğim müzede dikkatimi çeken bu ayrıntı Yahudilikte sosyal yaşam ile dini eğitimin ne denli iç içe olduğunu gösteriyor.

Neve Şalom’da açılışı yapılan yeni müze de kendi mütevazı boyutları içinde üç kattan oluşuyor. Dini eşyalar ve Yahudilik ile ilgili kitapların satımının yapıldığı kısım dışında bir bölümde, Türk Yahudilerinin tarihi, farklı panolardaki açıklamalarla aktarılırken örneğin bir çekmecede varlığı İspanya’ya kadar uzanan Karambol Oyunu ve 1842’den günümüze tüm sürekli yayınlar gibi objeler son derece akılcı bir tasarım içinde sergilenmiş.

Diğer bir bölümde ise Yahudi yaşamının kına gecesi, Tevila, Brit Mila, düğün, ölüm gibi farklı evreleri 1908 yılında Fortüne Eskenazi ile Aron Kancoudi’nin evlilik fotoğrafı veya dönemin davetiyeleri gibi belgeler eşliğine sunulmakta.

1511 yılında Sultan Bayezid döneminde basılmış ‘Midraş Teilim’ (Teilim’in Yorumu) gibi paha biçilmez objelerin dışında, müzede dijital bölümlerin de yer alması mekâna çağdaş bir boyut katıyor. Müzenin başkanlığı görevini üstlenen Moris Levi, henüz pek çok eksiği bulunan mekânın geniş topluma açık birçok etkinlik düzenleyeceğini ve sanatçı Habib Gerez adına bir kafenin de açılacağını belirtti.

Hayırlı olsun…