Nerede o eski kışlar…

Yıl 1954. On bir yaşındayım. Aylardan şubat. Alışık olduğum kış manzaraları yine tekrarlanıyor. Ama şubat ortalarına geldiğimizde durum çok daha vahim bir hal alıyor. Korkunç kar fırtınası günlerce devam ediyor. Her taraf kar ve buz. Su boruları, o zamanlarda hâlâ işlevlerini sürdürmekte olan meydan çeşmeleri, donmuş vaziyette. Elektrik arızaları mumları dahi bulunmaz hale getirirken ulaşım, tramvaylar hariç, durmuş vaziyette.

Sami AJİ Köşe Yazısı
30 Aralık 2015 Çarşamba

Hepiniz mutlaka yakinen takip etmişsinizdir. Kasımın son gününden neredeyse aralık ortasına kadar Paris’te düzenlenen ‘iklim değişikliği’, daha doğrusu ‘küresel ısınma’ toplantıları, tüm dünya kamuoyunun baş gündemine oturdu.

187 ülke temsilcileri, sonuçta, küresel ısınmanın azami 2 dereceyi geçmemesi gereği üzerinde anlaşıp bu yönde çalışmalara derhal başlayacaklarına dair sözleşmeyi imzaladılar.

Böylece gezegenimiz kurtarılmış oluyor.

Bu haberi okurken, 60 sene evveline gidiverdim.

 Yıl 1954. On bir yaşındayım. Aylardan şubat. Alışık olduğum kış manzaraları yine tekrarlanıyor. Ama şubat ortalarına geldiğimizde durum çok daha vahim bir hal alıyor. Korkunç kar fırtınası günlerce devam ediyor. Her taraf kar ve buz. Su boruları, o zamanlarda hâlâ işlevlerini sürdürmekte olan meydan çeşmeleri, donmuş vaziyette. Elektrik arızaları mumları dahi bulunmaz hale getirirken ulaşım, tramvaylar hariç, durmuş vaziyette. Isınma başlı başına bir sorun; kömür ve odun kara borsada. Sokağa çıktığınızda ise bir taraftan soğuk soluğunuzu keserken, tüm sobalardan çıkan dumanlar ve kömür tozları nefes almanızı ciddi şekilde zorluyordu.

Bazı mahallelere kurtların indiğine dair haberler de dolaşıyordu. Ama bizi daha nelerin beklediğini bilmiyorduk.

Bir gün uyandığımızda, gözlerimize inanamadık. Boğaz buz tabakalarıyla örtülmüştü. “Boğaz dondu” haberleri ışık hızıyla yayıldı. Bir taraftan olay endişe ile izlenirken, halk sahile hücum ediyor, bazı yerlerden yürüyerek boğazı geçiyor ve buzlar üzerinde hatıra fotoğrafları çektiriyorlardı.

Aslında, Boğaz donmamıştı. Donan, Tuna Nehri idi. Kalın buz tabakalarını, nehri ulaşıma bir an evvel açmak isteyen Bulgar ve Romen yetkililer, dinamitle buzları uçurmaya başladılar. Kopan dev parçalar akıntılarla Boğaz’a yönelince, gerçekten çok nadir görülen bir olay meydana gelmişti.

Bir büyüğüm o günlerde şöyle demişti: “Bundan böyle kel kafamın tepesinde yumurta pişse bile şikâyet etsem, namerdim.”

O gündür bugündür böyle bir kış mevsimi yaşamadım. Tam tersine bazı istisnalar dışında (1962 yine kurtlar şehre yaklaşmıştı ve zannedersem 1987 arabalar karların altında kaybolmuş, okullar üç hafta boyunca kapanmıştı) ılımlı veya normal diyebileceğimiz kış mevsimleri geçirdik.

1954 sanki bir milat olmuştu. O yıldan itibaren önce ağır ve daha sonra gittikçe artan tempo ile gerekli tedbirler alınmaya başlandı.

Öncelik hava kirliliğinde idi. Yaygın bir şekilde odun ve kömür kullanılmasını önlemek için, tüm yeni inşaatlarda ve kamu binalarında kalorifer katları yapılması mecburi hale getirildi; birkaç yıl sonra da kazanların kömür yerine fuel oil ile ısıtılması teşvik edildi. 1986 yılından itibaren de doğalgaz gelmeye başladı.

2015 yılı sonu itibariyle doğalgaz ulaşmayan sadece iki ilimiz kalmıştır.

Yenilenebilir enerji konusunda da (rüzgâr ve güneş) epey mesafe aldığımız da hepimizin malumudur.

Kömür ile işleyen termik santraller de, emisyon bakımından günlük denetimlere tabidir. Sebebi ne olursa olsun, limit aşıldığında o tesis üretimini durduruyor.

İkinci önemli adım ağaçlandırma çalışmaları ile atıldı. Ciddiyetle tatbik ve takip edilen beş yıllık programlar sayesinde (şimdi sıkı durun…) 1950 yılında 10,1 milyon hektar düzeyinde olan orman sahalarımız, bugün 21,1 milyon hektar düzeyine erimiştir. Bu rakama takriben 1,5 milyon hektar tutan meyve bahçeleri ve zeytinlikler dâhil değildir.

Şehirlerimiz de ağaçlandırmadan, nasiplerini aldılar. Özellikle İstanbul’da 90’lı yılların başından itibaren günümüze kadar milyonlarca ağaç kaldırımlara park ve bahçelere dikilmiştir.*

Çarpıcı bir gelişme de barajlarla yaşandı. 1950 yılların başında sadece iki olan (Seyhan ve Sarıyer) baraj adedi bugün 294 (sulama, hidroelektrik ve içme suyu tesis ve göletleri dâhil) rakamına ulaşmıştır.

Bu suretle, erozyona karşı (buna çevreciler çölleşme diyorlar) çok önemli bir adım atılmıştır. Ayrıca barajların başta iklim değişikliği olmak üzere, balıkçılık turizm ve sair yan faydalarını saymaya gerek görmüyorum.

Yine bu yönde ve sıtma hastalığının yok edilmesini amaçlayan ve 1950 yılında kabul edilen bir kanunla gayr-i sıhhi bataklıklar kurutulmaya başlandı. Bu suretle, bu bataklıklardan sızan metan gazının havaya yayılması önlenirken aynı anda tarım ve ormancılığa müsait yeni alanlar kazandırıldı.

Özetlemek gerekirse, son 60 yılda iklim değişikliğini önleme konusunda ülkemizde büyük gelişmeler yaşandı. Böylece ani ve sert değişikliklere de maruz kalmıyoruz.

Meteorolojik öngörülere dayanarak, 2016 yılında keyifli dört mevsim yaşayacağımıza dair inancımı belirtir, hepinize başarı ve mutluluk dileklerimi iletirim.

 

* Son 60 yıl zarfında orman ve ağaç varlığını bu derecede arttıran başka bir ülke nadirdir.