Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı?

13 Kasım tarihi ‘Paris Katliamı’ olarak hafızalarımızdan silinmeyecek. Kentte yaşanan panik, korku, vahşet… Sürekli Fransız TV kanallarının karşısındayım. İşte ‘kıyamet bu’ dedirtiyor insana.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
18 Kasım 2015 Çarşamba

13 Kasım doğum günümdü. Oysa bu tarih ‘Paris Katliamı’ olarak hafızalarımızdan silinmeyecek. Kentte yaşanan panik, korku, vahşet… Sürekli Fransız TV kanallarının karşısındayım. İşte ‘kıyamet bu’ dedirtiyor insana.

Oysa biliyoruz ki, terörün yaratmak istediği bu kaos ve kargaşa ortamına karşı dimdik ayakta durmak, günlük yaşama hiçbir şey olmamışçasına devam etmek gerekiyor. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande gecenin geç saatlerinde kameraların karşısına geçerek; “Bizim düşmanımız var, onu tanıyoruz. Ve savaşımız ona karşı sürecek” diyerek kararlılığını dile getirdi.

Eş zamanlı ve altı ayrı noktada düzenlenen saldırılarda seçilen hedeşer şunlardı: Bin beş yüz gencin bulunduğu konser salonu, Fransa-Almanya maçının oynanmakta olduğu stadyum, bar ve kafeler. Bar - stadyum - konser salonu… Batı kültürü, batı medeniyetinin simgesi mekânlar... İşte IŞİD’in yok etmek istediği ‘yaşam tarzı ve evrensel değerlerler’ bunlardı.

Olayın sorumluluğunu üstlenen IŞİD, Fransa’nın Suriye’deki saldırılarına son vermemesi durumunda eylemlerinin sürdürüleceği tehdidinde bulundu.

Günümüzde yeni bir savaş türü ile karşı karşıyayız: Terör… Terör farklı ülkelerde, farklı zamanlarda ortaya çıkıyor. 1982’de Paris’te Rue de Rosiers’de, 1994’te Buenos Aires’de AMIA Yahudi Merkezi’nde, 2003’te İstanbul sinagog saldırılarında, 2004’te Madrid’de üç tren istasyonunda 186 kişinin ölümüyle sonuçlanan vahşet ve bu yıl Ankara’da gerçekleştirilen katliamlar arasında hiçbir fark yok. Başlangıçta etnik, dini nedenlerden kaynaklanan terör, giderek medeni dünyaya karşı verilen bir savaşa dönüştü.

Fransa’da geçen Ocak ayında Charlie Hebdo’nun Paris’teki ofisine, El Kaide’nin Yemen kolunun düzenlediği saldırıdan sonra tüm dünya batı demokrasisinin temel taşlarından biri olan ifade özgürlüğü adına kenetlenmişti. Bu defa saldırı insanın yaşam hakkına karşı yöneltildi. Artık korunması gereken, bireyin çağdaş değerler çerçevesinde özgürce yaşama hakkıdır.

 IŞİD yine de diğer terör örgütlerine göre bir farklılık gösteriyor; sınırları olan bir ‘devlet’ yapısına sahip. IŞİD’in içinde iki farklı eğilim egemen; Rakka ve Musul’u savunalım diyen, İslam Devleti’ni korumayı ön planda tutanlarla, küreselci yaklaşımdan yana olanlar. Bu sonuncular Suriye’de yaşananları Paris’e, dünyanın belli başlı diğer metropollerine taşımayı amaçlıyorlar. Bu ölümcül hastalığın ‘metastas’ etkisi yaptığından, yayılarak tüm uygarlığı tehdit ettiğinden söz edebiliriz. Nitekim IŞİD daha evvelce destekçilerine; ‘Suriye ve Irak’a gelin, bize katılın’ çağrısında bulunurken şimdi ‘bulunduğunuz ülkeyi terk etmeyin, orada eylemler düzenleyin’ mesajları gönderiyor.

Uzmanlar şimdilerde IŞİD’in Batılı ülkelerde son derece iyi organize olduğunu ve terör odaklarını harekete geçirecek, bu misyonu yerine getirecek bir örgütlenmeye sahip olduğunu ileri sürüyorlar.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”  Bu söylem 11 Eylül saldırılarından beri yıllardır tekrarlanıyor. Oysa değişen bir şey yok. Her şey eskisi gibi… Alındığı söylenen sert tedbirlerin sonuç vermediği ortada... 11 Eylül’den bu yana dünyada kaç savaş yaşandı; Afganistan, Libya, Irak ve Suriye’de. Ancak terörist sayısında bir azalma olmadı, tam tersine sayıları arttı, daha da güçlendiler. Saddam’ın ordusunun bir bölümünün IŞİD saşarına katıldığı biliniyor.

Öyle ise daha sert tedbirler yerine farklı çözümlerin üretilmesi gerekmiyor mu? İnsanlığın, günümüze dek neyi iyi yapamadığı ve neyin daha iyi yapılabileceğinin düşünülmesi gerekmiyor mu?

Liberté, égalité, fraternité’ (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) gibi Fransız Devrimi’nin üç temel ilkesinin sömürgecilik çağında ne denli bir erozyona uğradığı ortada. Mevcut sosyal adaletsizliğin boyutları yeniden değerlendirilmediği takdirde dünyanın hiçbir köşesi birlik içinde, güvenli yaşanabilecek bir yer olmayacaktır.

Teröre karşı gerçek bir savaş verilecek ise bu demokrasinin ve cumhuriyetin ilkeleri ışığında, her türden ayırımcılığı ortadan kaldıran bir savaş olmalıdır.