Hukukun bir savaş yöntemi olarak kullanılması

Denis OJALVO Köşe Yazısı
2 Eylül 2015 Çarşamba

UNHRC Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve ‘Lawfare’ 

İnternet üzerinde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi - UNHRC örgütüyle ilgili ansiklopedik maddelerde okurun dikkatinin çekildiği ilk husus, aynı kısaltmaya sahip başka kuruluşlarla ve özellikle bir harf yeri değişerek yazılan saygınlığı yüksek benzer bir örgütle, yani Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği - UNHCR ile karıştırılmaması gerektiğidir.

1950 yılında kurulan saygın Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği UNHCR

UNHCR, İkinci Dünya Savaşı yüzünden ortaya çıkan ve milyonlarca kişininin zorla veya gönüllü yer değiştirmesiyle meydana gelen ‘mülteci/ sığınmacı sorunu’ ile baş edebilmek için 1944 yılında kurulan çeşitli örgütlerin devamı ve kalıcısı olmuş, etkinlikleri nedeniyle de 1954 ve 1981 yılı Nobel Ödüllerine layık görülmüştü. Mülteci sorunlarına başarıyla yaklaşan bu örgüt, kurulduğu tarihten bugüne 50 milyonun üzerinde kişiye hizmet vermiş olup hâlihazırda 17 milyon kişiye yardım eder durumdadır.

Yakın Doğu’daki Filistin mültecileri için Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Ajansı  UNRWA

1949 yılında sonuçlanan Arap-İsrail Savaşı ertesinde meydana gelen mülteci sorununa ilişkin olarak Birleşmiş Milletler özel bir örgütlenmeye giderek Yakın Doğu’daki Filistin mültecileri için Birleşmiş Milletler Yardım ve Çalışma Ajansı - UNRWA’yı kurmuştu. UNRWA 625 bin kişiyle devraldığı sorunu 66 yılda çözmek şöyle dursun, günümüze kadar devam ettirmiş ve örgütü o devirden hayatta kalan 50 bin kişi yerine, dededen toruna veraseten geçen 5 milyon kişiye hizmet eder duruma getirmiştir. Oysa, tarihi Filistin Mandası topraklarında yani Gazze ve Batı Şeria’da yaşayan 4 milyona yakın Arap’ın yer değiştirmek zorunda kalanları ‘mülteci’ değil ‘dahilde yerinden olmuş’ (Internally Displaced Person) statüsünde olmaları gerekirdi.

‘Üvey evlat’ Yahudi ve Türk mülteciler

UNRWA örgütü yerinden olmuş 625 bin Filistinli Arap’ın sorunlarına odaklanırken ülkelerinden kovulup 600 bini İsrail’de, bakiyesi Fransa, İngiltere ve ABD’de melce bulan 820 bin Arap Yahudi’sinin sorunlarıyla ilgilenmemiştir.

UNHCR ise, 1956 ve 1967’de bir Arap Yahudileri mülteci sorunu olduğunu ikrar etmekle birlikte bu konuda hiçbir şey yapmamış, dünyadaki diğer mültecilerin sorunlarına çözüm getirmeye çalışmıştır.

Diğer yandan,1935-1980 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye iltica eden 468 bin ve keza 1989 yılında Bulgaristan’dan Türkiye’ye kaçmak zorunda bırakılan 320 bin Bulgar Türkü’nün  (toplam 788 bin mülteci) Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği - UNHCR’in hizmetlerinden ne derece faydalanabildikleri bir merak konusudur.

Gelelim Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi  
UNHRC yapılanmasına

Bu konseyin 47 üye ülkesinin on üçü Afrika’dan, on üçü Asya’dan, sekizi Güney Amerika ve Karayiplerden, altısı Rusya dahil Doğu Avrupa’dan yedisi ise ABD dahil Batı Avrupa ülkelerinden oluşuyor. Bunların arasında insan haklarıyla uzaktan yakından ilgisi olmayıp insan haklarını gün be gün ihlal eden Çin, Libya, İran, Küba, Pakistan, Venezuela ve bilumum Afrika ve Arap devleti de bulunuyor.

İnsan hakları bağlamında sicil özürlü üyeler barındıran bu yapı aşırı politize ve nesnellikten uzak kararlar alarak Arapların İsrail’e karşı yürüttükleri ‘hukuk mücadelesi’nin (Lawfare) bir aracına dönüşmüştür.  Şöyle ki, konsey, kurulmuş olduğu 2006 yılından 2015’e aldığı kararların 62’sinde İsrail’i mahkûm etmiş. Bu rakam diğer dünya ülkeleri bağlamında alınan kararların toplamından bile fazla. Darfur’da soykırım yapan Sudan bağlamında alınan kararda kullanılan ifade ise “Derin endişe” seviyesinde kalmış.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi - UNHRC, İsrail’in 2014 yazında Gazze’de yaptığı operasyonda meydana gelen insan hakları ihlallerine ilişkin yaptığı oylamada İsrail’i ve Filistinli Hamas örgütünü kınamış ve İsrail’in Uluslararası Ceza Mahkemesi ICC’de mahkûm edilebilmesi için malzeme sağlamıştır. Devlet dışı bir yapı olan Hamas’ın ne hesap verebilirliği ne de müeyyide uygulanabilirliği olmadığı cihetiyle uluslararası alanda kınanan ve itibar kaybına uğrayan taraf İsrail oluyor.

Filistin direniş hareketinin, şiddeti seçen Gazze’deki Hamas yönetiminin askeri yöntemlerinin mi, yoksa İsrail’i uluslararası platformlarda sıkıştırmayı beceren Batı Şeria’daki El Fetih yönetiminin hukuki/diplomatik yöntemlerinin mi daha başarılı olduğunu; bu iki zıt yöntemin bir sinerji mi yoksa birbirinin etkisini azaltan sonuçlar mı doğurduğunu izleyeceğiz.