İktidar baldan tatlı mıdır?

Absürt tiyatronun temsilcisi Ionesco, ‘Le Roi se Meurt /Kral Ölüyor’ isimli eserinde, erkin başındaki kralın iktidardan kopamayışının ironisini yapar. Ebediyen yaşamak isteyen ve bu uğurda her türlü çıkmazı göze alan kralın, oyun müddetince ölüm gerçeğini kabullenemeyişini anlatır.

Mois GABAY Köşe Yazısı
26 Ağustos 2015 Çarşamba

Absürt tiyatronun temsilcisi Ionesco, ‘Le Roi se Meurt /Kral Ölüyor’ isimli eserinde, erkin başındaki kralın iktidardan kopamayışının ironisini yapar. Ebediyen yaşamak isteyen ve bu uğurda her türlü çıkmazı göze alan kralın, oyun müddetince ölüm gerçeğini kabullenemeyişini anlatır. Oyun her ne kadar varoluşsal bir çerçevede toplumsal yaşamdaki bireyin uyumsuzluğunu incelese de hikâye, ülkemiz açısından bir o kadar tanıdık ve günceldir. Ionesco oyun boyunca kralın önce kendine yabancılaşmasını, ardından yaşadıklarına isyanını ve en son bölümde de hazin çöküşünü gösterir bizlere. İktidar koltuğunun dayanılmaz cazibesi ironik bir dille eleştirilirken, insanoğlunun ortaya koyduğu kudretin nasıl bir silaha dönüşebileceğini de gözler önüne serer. Oyunun Fransızca çevirisinde “Kral ölüyor” yerine “Kral ölüşüyor” denmesi de iktidar hırsı gözünü bürümüş olan kralın aslında ruhunun derinlerinde kök salmış ölüm korkusu ile mücadele ettiğini de anlatmak içindir. Nitekim kral bir yandan fiziksel gücünü yitirmesine karşın, ölümle mücadele etmekte ve can çekişmektedir.

Günlerdir televizyonlardan izlediğimiz şehit cenazelerinde yüreğimiz yanarken ölümler karşısındaki çaresizliğimizle isyan ediyoruz çözümsüzlüğe. Vatan uğruna da olsa, ölmek bu kadar ucuz olmamalı diyerek vicdanımızla baş başa kalıyoruz. Biraz sakinleşince de bizi yönetenlerin ne kadar sağlıklı kararlar verdiğini sorgulamaya başlıyoruz. Geçtiğimiz gün, şehit cenazesinde yaşanan eylem bir kırılma mı bunu zaman gösterecek. Lakin bugünlerde yaşanan kaos ortamı hangi partiden olursa olsun kimsenin yüzünü güldürmüyor. Özellikle her yaşanandan kendi çıkarı için bir anlam çıkarmaya çalışanlar, toplum içindeki yabancılaşmaya çanak tutuyor. Huzur bir kere bozuldu mu ne o kadar yıllık iktidarın getirdiği ekonomik kazanımlar, ne de körü körüne bağlanan seçmenler umut verebilir. Hatırlayın Tunus’taki Yasemin devrimini. Her şey meyve sebze satıcısı olan işsiz bir üniversite mezununun tezgahına polisin el koyması sonucu kendisini yakması ile başlamadı mı? Peki ya 2001 yılında dolar bir anda fırladığında Başbakan Ecevit’e yazar kasa fırlatan vatandaşı hatırladınız mı? Toplumsal travmalar, sade vatandaşın her şeyi göze alıp tepkisini koymasıyla başlar. Son yıllarda sesini duyuramadığını düşünen ne kadar büyük bir kitle var bir düşünsenize. İstenmeyen her tepki vereni anında “bizden değildir” damgası ile dışlayan, kendi düzenlerine karşı bir darbe teşebbüsü olarak gören bir yanlış okuma ile daha onlarca seçim yapsak ne değişecek? Şu sıralar oy vermediğim partiye karşılıksız destek verenlerle daha sık görüşmeye gayret ediyorum. İçimi rahatlatan tek husus onların da hükümet kurulamaması ve her gün alınan şehit haberlerinden duydukları rahatsızlık. İlk kez her iki taraf da bu şekilde devam edilemeyeceğini düşünürken bu inat, bu kabullenmeyiş neden?

Hayatta bazı duygular vardır ki, bunu yaşamayan kimse bilemez. Ekranda her izlediğim şehit cenazesinde askerliğimin acemilik günlerini hatırlıyorum hüzünle. Yemin töreni sonrası bir aydır göremediğim anneme sımsıkı sarılıp nedensiz gözyaşlarına boğulmam anlatabilir belki bu duygunun ne kadar kutsal olduğunu. Peki ya oğlunun askerlerin omzundaki tabutunu gören annenin acısını kim dindirebilir? “Senin yerine ben ölseydim” diye feryat eden anaları dinledikçe içiniz yanmıyor mu sizlerin de? Hadi artık, şimdi yaraları sarmanın, iktidar hırslarını değil, vicdanını dinlemenin zamanıdır. Bizleri kurban edenlere inat gel sarılalım sevgili kardeşim, unutma ki, hâlâ kurtarmamız gereken bir ‘barış’ var!