Almanya’nın ince Tahran hesabı

Alber NASİ Köşe Yazısı
22 Temmuz 2015 Çarşamba

Yaz güneşi Avrupa’yı kasıp kavururken, siyasi olarak da gündem hayli sıcak geçiyor.  Yunanistan krizi, referandum ve ardından gelen ekonomik anlaşma ve Tahran ile varılan İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlandıran anlaşma hemen hemen aynı zamana denk geldi. Bu anlaşmalarla sorunlar çözülmüş ya da daha doğrusu çözülmüş gibi gösterildi kamuoyuna.

Yunanistan ile AB tam bir tiyatro çevirdi. Sonucu bilindiği halde referanduma gidildi. Referandum sonunda da AB ile Yunanistan bir şekilde anlaştı. Ne şekilde? Kimse aralarında dönen piyesi tam anlayamadı. Sözüm ona Yunanlılar daha fazla kemer sıkacak ve bütçe açıkları giderilmeye başlanacak. O zaman referandum niye yapıldı?

Bir taraftan AB sessiz sedasız ayda 60 milyar Euro basmaya devam ederken, diğer yandan sözde Yunanistan ve Avrupa Birliği’nin geleceği kurtarıldı.

Oysa bir de gerçek veriler var ortada. Euro bölgesi Amerikan doları bazında geçen seneye göre yüzde 20 daha fakir. AB art arda yaşadığı ekonomik krizlerin tamamını parasını değersizleştirerek aşma peşinde. Yunanistan çok borçlu görünmesine karşın aslında diğer Batı Avrupa ülkelerinden daha borçlu değil. Yunanistan buz dağının görünen yüzüyken ardından diğer Akdeniz ülkeleri de sıralanıyor. Ancak burada bahsettiğim sadece Portekiz, İtalya ve İspanya da değil. Almanya, Avusturya ve Fransa da aslında çok ciddi bir şekilde borç batağının içinde. Ancak borcu makul faiz oranlarıyla (Almanya için bu oran senelik binde 88) çevirebildikleri için bu ülkelerde ekonomik kriz çıkmıyor. Öte yandan şu anda Yunanistan’ın bonolarına Euro bazında yüzde 20 mertebesinde faiz ödemek zorunda. Bu sürdürülebilir değil.

AB özellikle Almanya, ‘tembel’ ortaklarının borcunu, değersizleşen Euro kuru sayesinde nerdeyse Çin ile rekabet edecek fiyatlarda üretim ve satış yaparak kapatma peşinde. Ancak Alman sermayesi Avrupa’yı, hatta kriz içindeki Yunanistan’ı bile üretim için pahalı buluyor. Almanların Yunanistan’daki üretim tesislerinin Türkiye’dekilerden bile az olmasının nedenini anlamak hiç de zor değil. Türkiye genç nüfus, dinamik ülke bahaneleri ile tercih edildiği söylense de, aslında bu özelliklerinin yanı sıra, Almanların asıl dikkatini çeken Türkiye’de her halükarda bulunan ucuz ve kalifiye iş gücü esas olan.

Şimdi benzer bir fırsat İran’da da var. İran’ın kalifiye ve ucuz iş gücü, Alman sermayesinin iştahını resmen daha şimdiden kabartıyor. Bu durum da, İran’ın bir konuda daha Türkiye’nin rakibi olarak uluslararası sistemde yerini alacağını hatırlatıyor.

Nükleer programı konusunda anlaşmaya varılarak İran’a konulan yaptırımların kaldırılacak olmasına en çok alkış dikkat ettiyseniz Almanya’dan geliyor. Almanya, yan sanayini iyice ülke dışında taşıyarak sadece malzemeyi Almanya’da birleştirerek bu toplama mallara “Made in Germany” mührünü basma telaşında. Diğer yandan Rusya’nın Avrupa’ya ek yaptırımlarda bulunması durumunda, önem verdiği Rus pazarını kaybetmemek için gerektiğinde “Made in Iran” kozunu da böylece cebinde saklı tutuyor.

İran ise hem varılan anlaşmadan hem de yaptırımların son tarihinin yaklaştığı bu yeni durumdan son derece memnun. Ekonomik yaptırımlarla yıkılma noktasına gelen rejim, tekrar güç toplayacak gibi görünüyor. Uluslararası sisteme dahil olacak olan ‘Yeni İran’ 10 yıllık raf ömrü olan kısıtlamalardan sonra nükleer çalışmalarını istediği yönde sürdürebilecek. Güvendiği bir diğer nokta ise Almanya gibi birçok ülkenin iştahını kabartan bakir pazarına olan talep. Bir kere Batı sermayesi İran topraklarına girdiğinde bunun tadını alan yatırımcının bundan vazgeçmek istemeyerek Tahran’ın nükleer anlaşmada yapacağı kural ihlallerinde dahi kendi hükümetlerine yeniden yaptırımların koyulmaması için baskı uygulayacağını biliyor.

Ve petrol. Bu noktada ABD’nin petrol fiyatları üzerindeki tavrına dikkat etmek gerek. Bilindiği üzere ABD petrol fiyatlarının düşmesine rağmen dünyanın en çok petrol üreten ülkesi sıfatını taşıyor. Burada şu sorular zihinleri kurcalıyor: Acaba ABD, petrol fiyatlarının yükselmesine göz yumarak, hem İran’ın, hem Rusya’nın, hem de Venezüella gibi aykırı ülkelerin zenginleşmesine seyirci mi kalacak? Yoksa İran’ın sağlayacağı petrol ile enerji fiyatlarının iyice düşmesini mi sağlayacak? Petrol ve enerji fiyatlarının düşük kalması, hammadde fiyatlarının değersizleşmesine ve ABD Dolarının iyice güçlenmesine sebep olabilir.

İran anlaşmasının görünen tek kaybedeni kim derseniz, o da İsrail ve beceriksiz Başbakanı Netanyahu. ABD Kongresinde yaptığı şov İsrail halkı tarafından seçimlerde oy ile ödüllendirilmiş olsa da, İran’ın bu anlaşmayı yaparken İsrail’in var olma hakkını tanımaması, Hizbullah’a ve diğer terör örgütlerine destek vermeyeceğine dair gereken teminatları vermek zorunda bırakılmayışı, onca baskı ve söylemden sonra sonuç itibari ile tek bir şeyi gösteriyor; İsrail’in diplomatik beceriksizliğini.