Sosyal medya ve azınlıklar…

Sosyal medya kullanımı giderek yaygınlaşıyor ve azınlıklarda bu oran Türkiye genelinden yüksek. Pek çok kimse sadece geleneksel gazete okuma alışkanlığını sürdürmek adına hafta sonu gazete satın alıyor. ‘Sosyal Medya ve Azınlıklar’ kapsamında gerçekleştirilen anket çalışmasına ilişkin izlenimlerimi aktardım.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
17 Haziran 2015 Çarşamba

Türkiye’de azınlıklara ilişkin demografik bilgiler yayınlanmadığından hep tahmini rakamlar ileri sürülür. Geçenlerde bir internet sitesinde Ermeni vatandaşların sayısına baktım; 40 ile 60 bin arası deniyor. Yahudiler 17-20 bin arası. Böylesi bir belirsizlik söz konusu… Devlet azınlıklara ilişkin istatistiki verileri niye açıklamaz pek bilemiyorum. Oysa İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bir yazışmasından, azınlıkların Lozan’dan beri ‘soy kodu’ uygulamasıyla fişlendiği haberi basında yer almıştı. Öyle olunca da azınlıkların geneline dair sadece tahmini bir sayı bilindiğinden, bu alanda yapılan anket çalışmalarında temsiliyet oranını tutturmak zorlaşıyor.

Galata Rum İlkokulu’nda gerçekleşen basın toplantısında ‘Sosyal Medya ve Azınlıklar’ projesinin KONDA ile yürüttüğü araştırma sonuçları açıklandı. 19. yüzyıl sonlarında Rum çocukların eğitimi için inşa edilen neo-klasik tarzda, devasa okul binasında, etkinliğin düzenleneceği dördüncü kata tırmanırken, faaliyetine uzun bir süredir ara verildiğinden boşaltılmış sınıfları görüp de üzülmemek mümkün değil. Artık ülkede sadece iki bin Rum’un yaşadığı gerçeği bir kez daha “ne yazık” dedirtti. Binanın restore edilerek bir kültür merkezi olarak kullanılmasının planlandığı tarafıma yetkililerce aktarıldı.

 AB Bakanlığı tarafından yürütülen Sivil Toplum Diyaloğu Programı kapsamında 150 bin Euro tutarında bir destek almaya hak kazanan ‘Sosyal Medya ve Azınlıklar’ projesinde, Türkiye’deki gayrimüslim azınlıkların sosyal ve toplumsal yaşama katılımı ile sosyal medya arasındaki ilişki araştırılıyor. Yürütücülüğünü Yeniköy Panayia Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı’nın üstlendiği projenin ortakları arasında, Yunan Avrupa ve Dış Politikalar Kuruluşu ELIAMEP ve AB standartları ile karşılaştırmalı olarak Türkiye’de sosyal medyadaki yasal düzenlemeleri değerlendirecek olan Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi de bulunuyor. Cemaat Vakıfları eski Temsilcisi Laki Vingas ve Şalom eski yazarı Av. Rita Ender de proje fikrini geliştirenler arasında önemli rol yüklenmekteler. 

Bir yılı aşkın bir süreci kapsayacak projenin ilk ayağı olan ve 746 kişi ile gerçekleştirilen anket çalışmasını Bekir Ağırdır sundu. Amacım, gazetemizde de yer alan raporun ön sunum verilerine ayrıntılı olarak değinmek değil. Ancak bazı önemli gördüğüm tespitleri aktarmak istiyorum. Azınlıklarda;

*Facebook kullananların oranı yüzde 85, Twitter kullananların yüzde 49, YouTube ve Instagram kullananlar yüzde 57.

*Sosyal medyayı kullananların yüzde 76’sı tanımadığı insanlarla arkadaş olmazken, ağırlıklı olarak aynı cemaatten kimseler tercih ediliyor.

*Deneklerin yüzde 41’i sosyal medyada paylaşım ve yorumda bulunurken tedirgin olduklarını, yüzde 23’ü sadece izlediklerini ve yüzde 21’i özgürce fikirlerini paylaştıklarını belirtiyorlar.

*Görüş ve paylaşımlar nedeni ile yüzde 15’i hakarete uğramış, yüzde 14’ü aşağılanmış, yüzde 5’i küfre maruz kalmış, yüzde 6’sı da tehdit edilmiş.

*Agos’un takip edilirlik oranı yüzde 37, Şalom’un yüzde 32.

40-50 yıl kadar önce aynı semtlerde oturarak kendilerini daha güvende hisseden, bir ölçüde getto yaşamı süren azınlıkların günümüz modern koşullarında da aynı dışa kapalı tutumlarını sosyal medya arkadaşlarını seçerken sergilediklerini görüyoruz. Azınlıkların üçte biri sosyal medyada nefret söylemi ile karşı karşıya kalmakta ise bu sonucu da doğal karşılamak gerekir.

Farklı ülkelerde yaşayan Türkiyeli Yahudilerin oluşturduğu bir mail grubunda son olarak “facebook’a geçelim mi?” yönünde bir nabız yoklaması yapıldı. Yukarıda değindiğim nedenlerle bu önerinin kabul görmemesi mevcut tedirginliği doğruluyor. Ancak tedirginliğin sadece azınlıklarda değil toplumun genelinde de mevcut olduğu söylenebilir. Nitekim Gezi sonrasında sosyal medyanın kullanımında yüzde 50 bir azalma gözlemlendi.

Bekir Ağırdır’a göre; “Göç, iş yerinde birlikte çalışmak, aynı apartmanda yaşamak, toplantılarda karşılaşmak gibi vesilelerle azınlıklar ‘yaban’ olmaktan çıkılmalı, farklılıklar öcü olarak kodlanmamalı. Anket sonuçları bir arada yaşamak için temas etmenin gerekliliğini ortaya çıkarmakta. Bunun için de önce eğitim, sonra hukuk sisteminin demokratikleşmesi, daha temas başlarken önyargıların kırılması zorunlu.”

Artık eski alışkanlık ve korkuları aşmak, susmak ve sabretmek yerine belirgin olmak, diğer bir deyişle tüm farklılıklarla birlikte var olmak gerekiyor.

Basın toplantısının gerçekleştirildiği okuldan çıktıktan sonra tam karşısında yer alan ve Karaköy’den her geçtiğimde bakımsızlığı ile dikkatimi çeken kilise binasına yöneldim. ‘Getronagan Ermeni Kilisesi’nin cephesi caddeye bakmakla birlikte, yan sokakta Ermeni Lisesi’nin bitişiğindeki girişini bulmakta epeyce zorlandım.

14.yüzyılda inşa edilen kilise yangından sonra yenilenmiş, Menderes döneminde yol genişletme çalışmaları sırasında, bir bölümü yıkılınca on yıllık bir bekleme süresinin ardından 1965 yılında yeniden tadil edilerek kullanıma açılmış. Bazı bölümler ilk kiliseden kalma. Yıllar önce Karaköy ve Perşembe Pazarı esnafının doldurduğu ibadethane günümüzde sadece perşembe günleri 20-30 kişinin katılımıyla duaya açılıyormuş. Tüm azınlıkların kutsal mekânları aynı kaderi paylaşıyor anlaşılan. Üzülmek beyhude, yapılması gereken kültürel miraslara farklı, işlevsel nitelikler kazandırmak...