Sazan ve sandık

Dalia MAYA Köşe Yazısı 0 yorum
27 Mayıs 2015 Çarşamba

“Sazan gibi atladı yine!” dedikleri zaman ne hissedersiniz? Her lafa hop diye atlayan, anlamasa da anladığını zannedip verdiği cevabın saçmalığının/ yanlışlığının yüzüne vurulması ile çaresizliği, utanmayı hatta rezil olmayı...

Derinliklerde yaşayan bir balık olmasına rağmen, sıklıkla su üzerine sıçramasıyla da ünlüdür sazan. Yemi, sahip olduğu çeşitli algılama sistemlerinden geçirdikten sonra yemesine rağmen her yeme atladığı düşünülür. Nedense her şeye sıçrar hali ile günlük dilimize konu olmuş, akıntının tersine yüzme başarısı göz ardı edilmiştir. Yolun hep dışarıda ve toplumun genel kabul görmüş şekli ile doğru olduğuna inancımız, her birimizi sürekli sapmalardan koruyan bir inançtır. Ama bu koruma aynı zamanda içsel bir dürtünün, iç sesimizin bize doğru olduğunu inatla iddia ettiği yola gitmemize de engel olur sıklıkla. Alışılagelenden farklı davranmak, herkesin gittiği yolun tersine gitmek cesaret, dikkat, inanılmaz bir özgüven ve çetin çalışma günleri demek. Beraberinde insanı farklı bir bakış, bir görme gücü ve yaratıcılığa taşıyacağı ise muhakkak.

Yine de çocuklarımızı daha “garanti” gördüğümüz işlere, üniversitelere yönlendirmekte sakınca görmüyoruz. Sürüden ayrılanı kurt kapar diye öğretip, sürü içinde kaybolan birer kuzu yetiştirmeye devam ediyor, buna rağmen o kuzunun farkı yaratıp sürünün çobanına dönüşmesini umut ediyoruz. Sonra da kalkıp bu duruma güvenli sularda yüzmek diyoruz. Çocuklarımızı havuzlarda yüzdürüp okyanusların fatihi olmalarını umuyoruz. Oysa bir havuzda ne kadar mücadeleci olmayı öğrenebilir ki insan?

Kişisel olduğu kadar toplumsal alanda da seslerini çıkartıp ortalıklarda fazla dolaşmalarından çekiniyor ama yine de duyarlı, tuttuğunu koparan, topluma katkı sağlayacak bireylere dönüşmelerini istiyoruz.

Köşeye gitmeyen nasıl bakacak ki köşeden? Daha küçük yaşlardan itibaren korunaklı ortamlarda, bir fanus içinde yetişen çocuklar, büyüdükçe karşılaşacakları zorlayıcı durumlarla başa çıkmayı nasıl öğrenecekler? Baharın yaza geçmeye çalıştığı şu günlerde yaşama farklı bakmayı denemeli belki de... Haydi artık çıkalım sokağa. Belki deniz kenarına, belki bir meydana ya da bir parka. Çıkalım ve sesimizi duyuralım kendimize. Soralım: Nasıl bir yaşam istiyorum? Neler yapmalıyım bu yaşam için? Hangi adımları atmalıyım? Bunların arasından hangilerini atmaya hazırım? Ve atalım o ilk adımları. Görünür hiç bir sebep yokken bile gidip sarılalım sokaktan geçen yaşlı teyzeye, gülümseyelim kahvede oturan amcaya, kaçan topunu yakalayalım parkta oynayan çocukların, bir mendil tutuşturalım ağlayan çocuğun eline. Özgürlük için ilk adımdır bu. Kim olursa olsun karşımıza çıkan, şefkatle kabullendikçe, özgürlüğe yürüyeceğiz. Hem kendimizi özgürleştireceğiz, hem de toplumu yönetenleri. Biz, her birimiz, sımsıkı sarıldıkça bir birimize, sımsıcak seslendikçe “senin evladın benim evladımdır” diye, toplum da değişecek bizimle. Ve ancak o zaman anlayacağız alışılmışın, akıntının tersine yüzen sazanların gücünü; ancak o zaman çıkacak gelecekteki bir sandıktan huzur dolu bir toplumun yöneticileri.

 

 

1 Yorum