Son hümanistin mirası

Son büyük hümanist, eylemiyle değilse bile mevcudiyeti ve insanlığa bıraktığı ölümsüz yazılarıyla karanlık dünyamıza ışık tutmuştu. Ya biz, kötülük karşısında ne yapacağız?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
13 Mayıs 2015 Çarşamba

Bir otelde özel bir odada kalmak kulağa ne kadar da güzel gelebilir. Lakin öyle bir otel odası düşünün ki bir yatağı, bir sandalyesi, bir lavabosu, demir parmaklıklı bir penceresi ve de gece gündüz dışardan kilitli olan bir kapısı olsun. Masanın üzerinde kitap, gazete, kağıt, kalem durması yasak olsun.

Radyo ve televizyon ise hak getire. Tam bir hiçlik ortamı.

Ne hissederdiniz, nasıl tepki verirdiniz?

Stefan Zweig’ın intihar etmeden önce yazdığı son eseri olan ‘Satranç’ novellasında işte böylesi bir akla hayale gelemeyecek absürt bir Gestapo işkencesi söz konusu edilir. Sıcak bir hiçlik ortamında dünyadan izole edilmiş bir insanı konu edinir Zweig. Buz gibi barakalarda onlarca kişiyi tıkış tıkış tutup fiziki işkenceye maruz bırakma yöntemi yerine bireyi mutlak ve sonsuz sessizlik ile kilitli kapısının ötesindeki dünya ile bağlantısının cehennemvari boşluğunu içeren bir işkencenin, dışardan bireye doğru değil de o bireyin ruhunun kendi içinde yaratıldığı bir Gestapo yöntemidir söz konusu olan… Böylelikle aklını, hiçliğin cehenneminde yavaş yavaş yitirmeye başlayacak ‘tutuklu’nun dili de zamanla çözülecek ve Şeytan istediği bilgilere kavuşmuş olacaktır. Zira yeryüzünde hiçbir şey insan ruhunun üstünde hiçlik kadar baskı yaratamazdı. Akmayan bir zamana, görünmez işkencenin ne zaman biteceğine dair olan mutlak beklentisizliğe, eylemsizliğe ve hiçliğe mahkûm olan canlı bir organizma ne kadar daha dayanabilirdi ki?

Zweig, 2. Dünya Savaşı günlerini, bu son eseri olan ‘Satranç’ta anlattığı Dr. B karakteri gibi yaşayacaktı nitekim.

Dünyaya mutlak kötülük yapmak için gelmiş Nazilerin yarattığı hava, savaşın kendisi ve en önemlisi, savaşın ve kötülüğün ne zaman sona ereceği üzerine olan belirsizlik ve giderek artan umutsuzluk onu savaşın ortasında üstelik cephelerden çok uzak bir coğrafyada sevgilisiyle intihara kadar götürecekti. Zira kırılgan ve hassas ruhlar için en büyük işkence türü, ruhun derinliklerinde içerden beslenen olanıydı. Korkuya, endişeye, eylemsizliğe, akmadığı sanılan bir zamana ve hiçliğe mahkûm edilen kırılgan bir ruh kendini tüketmekten başka bir gerçeğe sahip olamayacaktı. Eserdeki Dr. B hiçliğin içinde kafasında kurguladığı satranç teknikleri ile zamanla şizofreniye yenik düşerken, karakterin yazarı Zweig ise bu kırılganlığa daha fazla direnemeyecekti. İntihar haplarını içmeden önce insanlığa bıraktığı mektupta şöyle diyecekti:

Bu dünyanın en büyük nimeti olan hayatı, zamanında ve dimdik sona erdirmek bana daha doğru görünüyor. Bütün dostlarımı selamlarım. Umarım uzun gecenin ardından gelecek olan kızıllığı görebilirler. Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum...

Evet, Zweig belki sabırsız davranmıştı. Kötülük ve Şeytan onun intiharından üç yıl sonra yok olacaktı yeryüzünden uzun bir süre için. Sabır göstermeye çalışsa, belki Dr. B gibi aklını yitirecekti, belki de direndikçe direnç kazanacaktı hassas ruhu. Bilinemez.

Tek bilinen, bu ünlü hümanistin insanlığın gerçekliği karşısında yenik düştüğü ama mevcudiyeti ve yazdıklarıyla rezil ve karanlık dünyamıza bir parça aydınlık taşıdığıdır.

Günümüzde bazen düştüğümüz o hiçlik sendromu ile kötülüğün ve adaletsizliğin hiç bitmeyeceği algısının ruhumuzu paramparça etmesi karşısında her şeye rağmen direnç göstermemiz lazım.

Direnç gösterdikçe çoğalacağız. Çoğaldıkça kötülüğü gaddarca hayata geçirenler geriye düşecek. Onlar azaldıkça hümanizma boy gösterecek.

İşte o zaman biz kazanacağız.

Kuşkunuz olmasın.

Cesaret ve dayanışma eksik olmasın bu kutsal yolumuzda.