Nobel
 ödüllü
 nefes 
profesörü
 Pasensya: 
“Başta 
ben
de 
şey 
edemedim”

Merhaba, Bu hafta yazarımız Titanik Rıfkı, dünyaca ünlü profesörlerden Mr. John Pasensya’yı stüdyoya davet etti ve birlikte stüdyo konuklarıyla birlikte nefes egzersizleri yaptılar.

Riva HAYİM Köşe Yazısı
8 Nisan 2015 Çarşamba

  Titanik Rıfkı yazdı...

 

Rıfkı: Dünyaca ünlü Harvard profesörlerinden Mr. John Pasensya aramızda.  Kendisi öfke kontrolü üzerine uzmanlaşmış, başta politikacılar olmak üzere nice insana konferanslar veriyor. Sağ olsun kırmadı, bizi stüdyomuzda ziyaret etti.

Öncelikle hoş geldiniz… Welcome to our beautiful country... Tebrik ederim bu arada Nobel almışsınız.

Profesör: Çok teşekkürler.

Rıfkı: Her yerde makaleleriniz yayınlanıyor. Türkçeniz de gayet akıcı, adeta bir Türk gibi konuşuyorsunuz bu arada.

Profesör: Annem Türk, konuşuyorum ben sık sık yıllardır Türkçe dersi alıyorum. Aksan kötü.

Rıfkı: Anladığım kadarıyla milyonlarca kişiyi yöntemlerinizle tedavi etmişsiniz. Nedir bu nefret öfke dedikleri şey?

Profesör: Bakınız her şey nefeste bitiyor. Nefes… Özellikle doğru nefes çok mühim. Nefesimizi kontrollü bir şekilde alıp verince öfke, nefret gibi negatif duyguları kontrol altına alabilir, dinginliğe erişebiliriz.

Rıfkı: Mesela?

Profesör: Mesela nefesi burundan alıp 5’e kadar sayacağız, sonra nefesimizi 10 saniye tutup yine 5 saniyede ağzımızdan dışarıya yavaşça vereceğiz. Bu ufak ve basit nefes egzersizi bize dinginlik sağlayacak.

Rıfkı: Öyleyse sizden stüdyodaki konuklarımıza uygulamalı göstermenizi rica etsek?

Profesör: Tabi neden olmasın? Mesela siz? Siz beyefendi! (stüdyodaki konuklardan birine doğru seslenir) Evet siz… Arka sıradaki. Lütfen mikrofonu elden ele geçirelim. Evet, kırmızı kazaklı olan. Sizi en öfkelendiren şeyi önce sizden alalım, sonra hep birlikte nefes egzersizlerine geçelim.

    1. konuk: Ben hamursuz ekmeğe sinirleniyorum.

Profesör: Çok güzel...? Hiçbir şey anlamadı. E peki şimdi aklımıza daha sinirlendiren bir şey getirelim ki daha net olsun. Mesela hamursuz ekmeği deyince ne geldi ki aklınıza, ne sinirlendiriyor sizi bu kadar?

    1. konuk: Yahudi getirdim.

Profesör: ...

     1. konuk: Napıyorum, nefesi burundan mıydı?

Profesör: Eee yok.

    (profesörün gözü büyür)

Rıfkı: Biz alalım yalnız o mikrofonu başka bir arkadaşa verelim.

Profesör: Evet, evet! Siz, gözlüklü olan hanfendi! En sinirlendiğiniz şey olsun yalnız… Mesela sırada önünüze geçilmesi, trafikte sıkıştırılmak gibi…

(Gözlüklü, 35 yaşlarında esmer bir kadın mikrofona konuşur)

    2. konuk: Tamam var benim.

Profesör: Çok güzel! Nedir alabilir miyiz?

     2. konuk: Ben gizliliğe ve özel olsun olmasın benden bir şey saklanmasına da-ya-na-mı-yo-rum!

Profesör: Çok güzel… İşte açıklıktan yana olan bir arkadaşımız.

(Stüdyoda alkış kopar)

Profesör: Mesela bir örnek verelim ki stüdyodaki konuklarımız daha net anlasın.

     2. konuk: Bir insan düşünün ki Ermeniliğini saklıyor…

(Profesörün tek göz patlar)

Profesör: Yok yok aman öyle değil. Başka, yani 1-2 kelimeyle ifade edilecek şeylerden bahsediyorum.

     2. konuk: Kripto Ermeni!

Profesör: …

Rıfkı: Bay Pasensya, isterseniz biz burada keselim, az evvel rejiden bağlandılar. Irkçılık ve nefret terapi grubundan arkadaşları stüdyoya almışlar sanırım. Bir karışıklık olmuş… En zor seyirciye denk gelmişsiniz.

Profesör: Yok Rıfkı Bey bu kadar geldim buraya. Nefesle çözeceğiz, 1 milyon insan tedavi ettim ben, Nobel aldım. Hemen ümitsizliğe kapılıp pes etmeyelim.

Rıfkı: O vakit, şuradaki beyefendiye mikrofonu elden ele uzatalım.

    3. konuk: Şimdi ben de Müslü-

Rıfkı: Çabuk kapın elinden mikrofonu!

(Uçarak mikrofon elinden alınır)

Rıfkı: Bay Pasensya, isterseniz son bir kez daha deneyelim ama ben de artık bilemiyorum.

Profesör: Buyurun, köşedeki genç kızımız.

    4. konuk: Ben gramer hatalarına tahammülsüzüm!

Profesör: Anlıyorum… Sanırım öğretmensiniz... Öğretmenlerimiz çok değerlidir. Lütfen öğretmenlere bir alkış alalım. Onlar olmasa biz olmazdık.

(Stüdyoda tekrar alkış kopar)

    4. konuk: Yalnız ben öğretmen değilim. Şimdi düşünün buraya göçmüş bir yabancı... Doğru düzgün konuşamıyor… Mesela bir Suriyel-

(Mikrofonun sesi kısılır, profesör mendille alnını silmektedir)

Rıfkı: Bay Pasensya emin miyiz devam etmek istediğimize?

Profesör: Rıfkı Bey, bazen böyle şeyler olabilir, siz de benim gibi nefes alın…

(Profesör derin nefesler alıp verirken kalabalığa seslenir)

Profesör: Siz son olarak, yeşilli hanım kızımız. Ortadaki, yok siz değil beyefendi, bir arkanızdakine uzatabilirseniz yalnız mikrofonu. Buyurun son olarak sizden alalım. Aklınıza ne geliyor sizi sinirlendiren?

    5. konuk: Gürültü! Dayanamıyorum! Tahammülüm yok!

Profesör: Evet, doğru... Gürültü olabilir... Mesela gürültülü ortamlar… Büyük şehirlerde yaşıyoruz… Bir anlık sessizlik, sükûnet ne güzel şeydir oysa ki değil mi?

(Alkışlar, Profesör Pasensya rahatlamıştır)

Profesör: Gürültü derken bir örnek verelim ve hemen nefes egzersizlerine geçelim.

    5. konuk: Şimdi bakın... Düşünün ki sakin bir ortam…

Profesör: Evet?

    5. konuk: Birden birileri konuşuyor ve gürültü yapıyor.

Profesör: Dinginliğinizin bozulduğu durumlar gibi anlıyorum. Çok güzel… Mesela…

     5. konuk: Üst kattaki komşularım çok gürültü yapıyor.

Profesör: Çok güzel, şimdi o anı aklınıza getirin... Deriiiin nefes alıyoruz… 5’e kadar sayacağız hazır mısınız?

       5. konuk: Yok değilim, sanırım.

Profesör: Nooldu?!

       5. konuk: Yine aynı gürültü.

Profesör: Ne gürültüsü?

       5. konuk: Aynı gürültü diyorum, burada stüdyoda da var. Konsantre olamıyorum.

Profesör: Oh God! Ne oldu yine?

      5. konuk: Arkalarda biri Kürtçe konuşuyor, solumdaki Ladino mu Rumca mı ne. Tahammülüm yok da sinirim bozuldu. 

Profesör: Yahu ne alakası var!

      5. konuk: Benim komşu da böyle işte. İşte böyle aynı anlamadığım bir dil konuşuyor. Böyle bir tuhaf kelimeler…

Profesör: E konuşsa ne olur?

     5. konuk: Ne demek konuşsa? Neyse, neyse… Nefesi neremizle alıyorduk?

Profesör: …

Rıfkı: Pasensya Bey isterseniz burada bitirelim bu terapiyi… Başka vakit tekrar deneriz. Bu grupla olmadı gibi.

Pasensya Bey…

Profesör: One, two, four… Breath in

Rıfkı: Pasensya Bey?

Profesör: One, two, three... Breath…

Rıfkı: Arkadaşlar reklama girelim çok acil… Hocamız fenalaştı. İlk yardım ekibi  alalım buraya lütfen..

(Yayın kesilir, reklamlar girer)

 

Not: Pasensya Ladino ‘sabır’ demektir.

 

 

Eski
 Şeyler: Haliç Postası Arşivi’nden 



 

1950 yılına ait Jak Dalva ve İzak Beruhiel’in Kaşer ürün satan dükkân ilanında şöyle diyor:

Dikkatinizi çekeriz ki bu etlerin fabrikasyonu Beth Din Hatsedek (kaşer eti kontrol etmekle görevli kurum)  tarafından kontrol edilmiştir. Her kaşer ürün Musevi müşterilerimizi mutlu edecek şekilde ucuzdur. Cebinize uygundur.

Ekstra yorum: Varlık Vergisi’nden sonraki yıllara denk geldiğinden, ilanda ürünlerin özellikle ucuz olduğunun altı çizilmiş olabilir.

 

 

 

Kalabalıklar  
içinde  
Ladino
  söylenmek




 

Bu haftanın Ladino deyişi,

“Ne zaman?” sorusuna, ‘hiçbir zaman’ demek için verilen esprili cevap:

Kuando el gaya parira!!!

Horoz doğuracağı zaman