Türk mü? Yahudi mi? Türk Yahudi’si mi?

Mois GABAY Köşe Yazısı 0 yorum
18 Şubat 2015 Çarşamba

Hayatının belli evrelerinde bu sorunun muhatabı olur çoğu Türk Yahudi’si. Bazen iki ülke arasındaki siyasi bir krizde, kimi zamansa okulda, askerde, ofiste yeterli eğitimi olmayan birileri gelip düşünmeden sorar: Türk müsün? Yahudi mi? Anlamakta zorlanır, “Ben bir Türk Yahudi si’yim” dediğimde. Bu ülkede doğup, askerliğini yapıp, vergisini ödeyip, o ülkeye en az herkes kadar bağlı olmak farklı bir inanca sahip olmanı açıklamaya yetmez. Kimileri o ülkenin birer uzantısı, transit yolcu gibi görmeye devam eder. Hatta her siyasi sorunda senin bir telefonla olaya et atmanı bile beklerler. Anlamak istemezler yaşadığın sorunların tek çözümünün yine vatandaşı olduğun ülkede olduğunu, ya da bir gün o “bir şey olmaz” dedikleri azınlık olarak hor görülmenin toplumun asıl problemine dönüştüğünü.

Geçtiğimiz hafta Avrupa’da üst üste yaşanan antisemit terör olayları sonrasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Avrupa Yahudilerine “İsrail sizin eviniz” deyip, İsrail’e davet ederken, Elisabeth Levy* makalesinde özetle “Siz karışmayın Sayın Netanyahu, Fransız Yahudilerinin meselesi Fransa’nın meselesidir” diyecekti. Evet, tıpkı Türk Yahudileri gibi Fransız Yahudileri için de şimdi gitmenin değil, burada mücadele verip yüzyıllardan beri süre gelen değerleri, kültürümüzü savunma vaktiydi. İster Yahudi, ister farklı bir inanç sahibi vatandaş olalım, toplum olarak zor zamanlar geçirmiyor muyuz?  Manuel Valls “Yahudileri olmayan bir Fransa, eskisi gibi bir Fransa olmaz” derken, Fransız Yahudilerinin büyük bölümü de Yahudi aidiyetlerinin içine ‘Fransız Yahudisi’ olmanın gururunu eklemekteydiler. Tıpkı geçtiğimiz yazdan itibaren cemaatimizdeki çoğu gencin aidiyetini sorgulamaya başladığı gibi, çoğu Avrupa Yahudisi de yaşanan terör saldırıları sonrası güvenle yaşayabilecekleri alternatif arayışına girmiş durumdalar. Yahudisiz bir Avrupa’nın eski ihtişamında olmayacağını bilen çoğu devlet başkanı, yaşananları en üst düzeyde ‘ama’sız kınayarak, acılı ailelerin yanlarına koşarak destek verirken onların o ülkenin birer eşit vatandaşı olduğunun da her daim altını çizmekteler. Nitekim halen kimi çevreler, laik bir ülkede dini ve kültürel inancınla, farklı bir ülkeye sempati ile bakmanın, gönül bağı olmasının yaşadığın ülkenin asli birer unsuru, sadık vatandaşı olmanı engellemeyeceğinin farkında değiller. İşte bu yüzdendir ki, yaşanan her olayda toplum olarak sorgudan geçmek, “Türk müsün, Yahudi misin?” sorusunun muhatabı olmak içten bile değil.

Geçtiğimiz hafta önce azınlık cemaatlerinin kanaat önderlerine Başbakanlık nezdinde verilen yemek, ardından Cumhurbaşkanı tarafından Yahudi cemaati yöneticilerinin kabul edilmesi Avrupa’nın antisemitizm ile kaynadığı bu dönemde Türk Yahudileri için önemlidir. Nitekim pazar öğleden sonra aldığım telefonlar, toplumumuzun cemaatimiz yöneticilerinden gönülleri ferahlatıcı bir açıklama beklediklerini göstermektedir. Geçtiğimiz hafta görüştüğüm değerli bir basın mensubu nefret suçlarından bahsederken ‘eğitim ve ceza’ ile çözülebilir dediğimde, “Peki ya bu nefret suçlarını bir siyasi işlerse kendi kendilerini mi cezalandıracaklar?” diye sormuştu. Asıl mesele, aynı düşüncelere sahip olalım ya da olmayalım, aralık vermeden diyaloğa devam etmek ve toplum bilincinde sorunlarımızı ancak sizlerle paylaşabileceğimizin bilinmesidir. Evet, bir Türk Yahudi’si olarak kendimi baskı altında, eşit vatandaşlık haklarına sahip hissedemiyorsam, eğer toplumumdaki gençler aidiyetlerini sorgulamaya başlamışsa başvuracağım tek makam kendi ülkemin yöneticileridir. O yüzden hiç kimse şaşırmamalıdır. Beraberce alınan yemekler, yapılan görüşmeler dertlerimizi anlatmak, çözüm beklemek içindir. Nitekim bu kez sadece cemaat yöneticilerinin değil, gazetemizin genel yayın yönetmeninin de yemeğe katılması sıkıntıların toplum nezdinde aktarılması açısından önemlidir. Ankara’da yapılan toplantılı yemekte devlet büyükleri tarafından telaffuz edilen “İsrail’e giden Türklerin orada bizi nasıl karşıladıklarına, İstanbul’u nasıl yaşattıklarına tanık oldum. Onlar bizim hasmımız değil, uzantılarımızdır. Sizin varlığınız o devletleri hatırlatan bir unsur değildir. Siz o devlet kurulmadan önce de buradaydınız” sözlerinin tabandan başlayarak tüm toplumda samimiyetle algılanması gerekir. Bu ülkeden bir gün gitmek bir tercih olsa da, eğer hayatımızı burada devam ettirmek istiyorsak bu sözlere inanmaktan başka çaremiz var mı?       

 *http://www.causeur.fr/danemark-copenhague-netanyahou-31516.html

 

1 Yorum