Neden halen…

Selin SÜAR ORAL Köşe Yazısı
4 Şubat 2015 Çarşamba

Kimi çevrelerce dünyada daha neler oluyor denilerek anmalara karşı duruluyor olunsa da insanlığın gördüğü en sistematik ve en büyük katliam olarak dünya tarihine geçen bir felâket Holokost… Kötülüğün sınırlarının kuramları alt üst ettiği, tanımları değiştirebilen, bilimden sanata bazı kavramların yeniden sorgulanmasına neden olan ve kademe kademe başlayan felaket, Nazilerin tutsak ettiği milyonlarca Avrupa Yahudi’sini katletmesi ile sona ermiştir. Bu dönem içerisinde, ilk etapta Musevilerin hakları ellerinden alınmış, mallarına el konulmuş ve gettolarda yaşamalarına zorlanmışlar ve tüm dünyanın bildiği gibi en sonunda toplanıp ölüm kamplarına gönderilmiş ve farklı şekillerde öldürülmüşlerdir.

Olayların yalnızca bilincinde olanların bile kanını donduran bu katliamdan sağ kurtulan birkaç şanslı kişi de olmuştu. İsmi en çok bilinen imha kamplarından biri olan Auschwitz’de düzenlenen törene birçok devlet ve hükümet başkanı katıldı Uluslararası Soykırım Kurbanlarını Anma Günü’nde. Kamptaki kurbanların 27 Ocak 1945 tarihinde Kızıl Ordu tarafından kurtarılmasının 70’inci yıldönümündeki törene oradan sağ çıkabilenlerden biri olan Roman Kent’in Auschwitz’de yaptığı konuşmada söylediği, “Ben ölünceye dek öldürülen çocukların çığlıkları kulaklarımda çınlayacak,” sözünün tınısı bile yaşananların boyutunu anlatmaya yetmiyor çoğu kez.

27 Ocak, geçtiğimiz ay Türkiye için de bir ilkin de yaşanmasına vesile oldu. 27 Ocak Uluslararası Holokost Kurbanlarını Anma Günü kapsamında bu yıl ilk kez Ankara’da tören düzenlendi. Törende Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh’in yaptığı içten konuşmada dikkatimi özellikle şu sözcükler çekti: “Bu topraklarda Holokost yaşamamış bir ailenin çocuğu olarak şükrederken, burada bu salonda yaratılmış olan birlikteliğin kuvvetine rağmen, neden halen o günleri yaratan söylemlerin, ithamların, provokasyonların bugünlere uyarlanmış olan şekillerinin korkusu ve tehdidini de hissederek konuşmamı yapıyorum?” İbrahimzadeh’in geçmişin acı günlerinin yanında bu soruyu sorması bence konuşmanın en can alıcı noktasın oluşturuyor. Dediği gibi, bugün bile halen; neden?

Kimi eleştirmenlerce Türkiye’de antisemitizm yok. Olan biten yalnızca İsrail-Filistin arasında yaşanan krizler nedeniyle doğan bir tepki. Ancak kendi adıma konuşacak olursam işin bu kadar masum olduğunu düşünmüyorum. Başta sosyal medyada ünlülerin dahi dile getirdiği nefret dolu, iğneleyici söylemler; diğer taraftan yöneticilerin sert çıkışları ve sonu gelmeyen birçok örnek… Geri dönüp bakıldığında 1986, 1992 ve 2003 yıllarında Neve Şalom Sinagogu’nun saldırıların hedefi olduğunu ve onlarca kişinin hayatını kaybettiğini hatırlıyoruz. Daha çok yeni; yine aynı yerin kapısının üzerine ‘yıkılacak mekân’ şeklinde bir yazı asıldığı da ortada. Nefret söylemleri ve cahilce davranışlar yalnızca ibadethanelerle de sınırlı değil. Devletlerarası en ufak bir sürtüşmede bireysel sataşmalara dönüşen durumlar da söz konusu. Hal böyle olunca oluşan güvensizlik ortamında bireyler hızlı bir şekilde kendi hayatlarını güvence altına alma güdüsüne kapılıyor doğal olarak.

Medyada, iş yerlerinde, okullarda, kamusal alanlarda antisemitizm ne yazık ki son bir yılda büyük bir artış gösterdi. Türk Musevi Cemaati Başkanı’nın sözleri yabana atılacak gibi değil ve bu artışı kanunlar, yaptırımlar, doğru bilgilendirmeler yoluyla önlemek yerine maskeleme yolunun seçilmesi daha büyük sorunlara neden olmakta. Kendi vatandaşını din ve ırk çerçevesinde ayrı tutan tüm devletlerin tarihte çok daha büyük sorunlarla karşılaştığı, hatta kendi sonlarını hazırladıkları aşikâr. Bugün Holokost’a dönüp baktığımızda Almanların kendi tarihleriyle yeni yeni yüzleşebildiklerini görüyoruz. Bu nedenle uyarıların kulak ardı edilmeden gerçekçi çözümlere kavuşturulması, aciliyet taşıyan bir konu. Dünya üzerinde, hangi ırktan ya da hangi dinden olursa olsun insanlık tarihinde yeni katliamlarla karşılaşmamak dileğiyle…