İki pano ve iki kitap bildiklerimi ve kafamı nasıl alt üst etti

Sami AJİ Köşe Yazısı
14 Ocak 2015 Çarşamba

Geçen mayıs ayı başında, bir belgeyi araştırmak için, Boğaziçi Üniversitesi kütüphanesine gitmiştim.

Ana okuma salonuna doğru yönelirken, koridorda, bir dizi İngilizce panolar gördüm:  Matbaacılığın kronolojik tarihçesini anlatan bir sergi idi.

“Ne var bunda?” diyeceksiniz. “Matbaanın ilk olarak 1450 senesinde Gutenberg tarafından icat edildiği herkesçe malûm.”

İşte, ben de bunu, bu şekilde biliyordum.

Ama gelin görün ki birinci panoda, ilk resim yukarıda gördüğünüz Uzak Doğu yazıları ile yazılmış bir kitabın fotoğrafı idi. Resmin altında bu kitabın Gutenberg’den 75 yıl kadar evvel, 1377 yılında hemen hemen aynı teknikle basılmış olduğunu ve halen Paris’te Bibliotheque Nationale de France’da teşhir edildiği belirtilmekteydi.

Hoppala! Belki aranızda bilenler var, ama benim için bomba haberdi ve merakımı nasıl uyardığını siz tahmin edin.

Eve döner dönmez kısa bir araştırmaya giriştim:

Eserin adı ‘JİKJİ –İN’; ünlü Budist Rahip Zen’in öğretilerini içeren bir nevi antoloji. Fransa Millî Kütüphanesi’nde, ‘Manuscrits Orientaux / Doğu Yazıtları’ bölümünde 1950 yılından beri teşhir ediliyormuş!

Peki… Şimdi o zaman neden çocuklarımıza bile (çocuklarımın yaşı 30’un üstündedir), matbaanın ilk olarak Gutenberg’ tarafından icat edildiği ve ilk kitabın da onun tarafından basıldığı öğretildi?

Sebebi basit: Kore’de basılan bu kitabın, metal ve müteaddit kullanıma müsait harflerle basıldığı, ancak 4 Eylül 2001 tarihinde, UNESCO tarafından tescil edildi ve dünya kültür mirası listesine dahil edildi.

 Yani, şimdiden okul kitaplarına dahil edilip edilmediği bilmiyorum, ama bir şekilde çocuklarımız ve torunlarımız, bundan böyle, modern anlamda basılan ilk eserin Gutenberg’in değil, Korelilere ait olduğunu bilecekler1.

***

Yine aynı sergide, başka bir panoda tahmin edeceğiniz gibi İbrahim Müteferrika’ya da yer verilmişti. Onun matbaasında basılan kitaplar arasında Fransızca ‘Grammaıre Turque / Türk Dil Bilgisi’ adlı bir eserden bahsedilmekteydi.

Yani 1730 senesinde bir nevi “Teach Yourself Turkish”!

Kim tarafından, nasıl yapıldı? İhtiyaç varmış ki böyle bir metot basıldı ve kimin için yapıldı? Ve bunun gibi sayısız sorular oluştu kafamda.

Orijinal kapağının resmini başlıkta sağda görmektesiniz.

 “GRAMMAIRE TURQUE:  Ou methode courte et facile pour apprendre la langue turque. Avec recueil des noms, des verbes,et des manieres de parler les plus necessaires à savoir, avec plusieurs dialogues familiers / TÜRKÇE GRAMER: Türkçeyi kısa ve kolay bir yönden öğrenmenin metodu. İsimleri, fiilleri, en gerekli konuşma şekilleri ve sık sık kullanılan diyalogları ihtiva eder.”

 Basım tarihi kitapta Roma rakamları ile yazılmış:  1730.

Kaç adet basılmış dersiniz:  ilk baskısı tam bin nüsha.

Yazarı da, o tarihlerde İstanbul’a yerleşmiş bir Katolik papaz: Jean Baptiste Holdermann. Siparişi İbrahim Müteferrika’ya o vermiş.

Bu eser çok kısa zamanda Osmanlı imparatorluğu içinde yaşayan yabancı misyonlar tarafından benimsendiği gibi, sınırların dışına da süratle yayılmış. O kadar ki, 1732 yılında,  yani basımından sadece iki yıl sonra, Fransa’da, Lyon şehri yakınlarındaki Trevoux kasabasında yayınlanan  ‘Journal de Trevoux’ adlı akademik sayılabilecek dergide, ‘Grammaire Turque’  geniş bir şekilde tanıtılmış, yorumlar yapılmış ve tavsiye edilecek kitap olarak nitelendirilmiş.

Grammaire Turque’ün beşinci bölümünden size iki cümle aktarmak isterim:

Günümüzde (yani 1730 yılında) Türkçe, üç ayrı dilin - Türkçe, Farsça ve Arapça- muhteşem bir şekilde harmanlanmasından meydana gelmiştir… O kadar ki halen Türkçe’den daha zengin, daha canlı, daha kısa ve özlü bir lisan tanımıyorum”  (Tekrar ediyorum:  Holderman bir Fransız ve 1730 yılında konuşulan ve yazılan dilimizden bahsediyor.)

‘Grammaire Turque’ bugüne kadar çekiciliğini sürdürmüş, aradan geçen neredeyse üç asır boyunca sürekli gündemde kalmıştır. En son rastladığım baskı 2010 yılına aittir2 ve 18.asır Türkçesini öğrenmek istiyorsanız herhalde en iyi referans kaynaklardan biri bu kitaptır.

***

Jikji-in ile Türkçe Gramer arasında 350 yıl vardı.

Serginin başına döndüm. Panoları daha yakından incelemek istiyordum. 

İkinci panoda gözümden kaçan ama çok çok önemli saydığım şu cümle dikkatimi çekti:

“Sultan II. Beyazıt 1484 yılında yayınladığı bir fermanla Müslüman unsurların matbaayı kullanmalarını yasakladı.”

Bu cümle ile bugünkü yazımı bitiriyorum. Yorumlarınıza açığım ama bu konudaki görüşlerimi ileriki bir makalemde ele alacağım...

Şimdilik şunu ifade etmekle yetineceğim:

Matbaanın kullanılmasında yaşanılan gecikme, batıdan geri kalışımızın bir ‘sembolü’ olarak anılmaktadır.

Bu gecikmenin yarattığı mahzurları hatırlayarak, günümüzde, müspet ilim ve medeniyet çizgisinde süratle yer almamız hayati bir önem arz etmektedir. Çünkü ilim ve teknoloji ‘fiilen’ ışık hızıyla ilerlemektedir. Bu hıza erişemediğimiz takdirde, ‘muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma’ hedefine ulaşmamız gittikçe zorlaşacaktır.

 

1 Jikji-in kitabı hâlâ Kore ile Fransa arasında bir ihtilaf konusudur. Kore hükümeti bu kitabın iadesini talep etmekte, ancak Fransız hükümeti bunu reddetmektedir. Fransızlara göre bu kitap resmen bedeli ödenerek 19. asırda bir Fransız vatandaşı tarafından satın alınmış ve daha sonra mirasçıları devlete hibe etmişlerdir.

2 Kessinger Publishing LLC, September 10th 2010. (Amazon’dan sipariş verebilirsiniz.)