Tıpkı pozitif bilimlerde olduğu gibi sosyal bilimlerde de, üzerinde konuşulacak konulara temel teşkil etmesi açısından bazı referanslar vardır. Kimi zaman kesin ifadeler içeren kanunlar ile belirlenirler, kimi zaman ise toplumsal eğilimler tarafından eksen üzerine oturtulurlar. Her durumda, sosyal anlamda kabul görmüş olmaları, olabildiğince geniş bir mutabakat temeline oturmuş olmaları gerekir ki, herhangi bir zorlama olmadan, değişik sosyo-ekonomik katmanlardan gelmiş kitleler tarafından itibar görsünler.
Bu referanslar toplumların pusulaları gibidir. Sağduyu ile hareketi, düzeni, ortak çıkarları işaret ederler. Her birey toplum içindeki konumunu bunlara göre belirler. Toplumsal hareketler ve değer yargıları bunların paralelinde anlam bulurlar. Doğrular ve eğrilere olan mesafe bunlardan başlayarak saptanır, bunlara göre anlaşılır ve gerekirse, bunlara göre yargılanır.
Dolayısı ile toplumun kimyasını bozmanın en kısa ve etkili yolu referans kayması yaratarak sosyal bir depreme temel hazırlamak olsa gerektir. Tarihte bu gibi olaylara, coğrafyadan ve zamandan bağımsız, öylesine fazla rastlıyoruz ki… Kimileri için bunlar devrimlerdir ve toplumu, yatağı değiştirilmiş nehirler gibi, derinden etkiler… İyiyi bulmaya, statükoya ayar vermeye yarayan, sancılı dönemlerdir… Kanaat önderlerinin, sivil toplum kuruluşlarının ve neticede siyasi kadroların sıkı durmaları gereken, olup biteni doğru tahlil etmeleri gereken, kısaca iyi yöneltilmesi gereken süreçlerdir. Ancak iyi yönetilen süreçlerin başarıya ulaştığını ve insan topluluklarına fayda sağladığının altını çizmek doğru olur.
Buna rağmen, kimilerine göre de, referans kayması algıda olumsuz bir durumu ifade ediyor. Doğrunun yer değiştirmesi, toplumun bu süreç içinde efsunlanması, cahilleştirilmesi, aylaklaştırılması demektir onlara göre. Balkanlar ile Hindistan arasında kalan geniş bölgede yaşanmış olan ve halen yaşanmakta olan da budur. 19. Yüzyılda Büyük Britanya ile Çarlık Rusya’sı arasında başlayan Büyük Oyun, bölgedeki geniş ve düzensiz halk kitlelerinin sömürgeleştirilmesini getiren, dolayısı ile bunların üzerinde ciddi sonuçlara mal olan kimlik bunalımlarına neden olmuştur. Bunların izlerine halen rastlıyoruz.
Yugoslavya’nın dağılma süreci, Kafkaslar’daki gerilim, İsrail – Filistin sorunu, Arap Baharı, Kıbrıs meselesi, Irak ve Suriye’nin parçalanmaları ve kontrolsüz örgütlerin egemen hale gelmeleri, İran Devrimi ve Şii etkisinin bölgede kurmaya çalıştığı hakimiyet, Afganistan’da Rus işgali ve sonrasında yaşanan Taliban dönemi, Pakistan’daki siyasi çekişme vs.
Avrupa, Fransız Devrimi ile başlayan ve 1945’te II. Dünya Savaşı’nın bitmesi ile sona eren dönemdeki yaşanmışlıkları üzerinden öylesi büyük kazanımlar elde etmiş ki, içinden geçtiği kriz ortamına rağmen, ürettiği sorunlar paketi, Yakın Doğu ülkelerinin sorun paketlerinden çok daha kalitelidir. Başta Almanya olmak üzere batı Avrupa ülkeleri, ulusal ihtiraslarını savaşarak değil, barış içinde yaşayarak, yüksek refah seviyesine ulaşmış toplumlar oluşturarak, insan haklarına saygılı, adil ve şeffaf yönetimler üzerinden gerçekleştirebileceklerini kavradılar ve böyle de yaptılar.
Peki, biz ne yaptık? Referansı kaydırdık. Dünün doğruları bugünün yanlışları oldu. Dünün yanlışları ise bugünün doğruları. Ortası olmadı. Tartışamadık! Onun yerine kavga ettik. Birbirimizi anlamaya çalışmadık! Onun yerine birbirimizi kanırtmaya çalıştık. Bunda da çok başarılı oluyoruz.
Son eğitim şurasının aldığı kararlara bakınız. Karma eğitim, başörtüsünün mini mini kızlara dayatılması ile ilgili kararlara bakınız ve yorumlamaya çalışınız…
Dış siyasetteki değişime bakınız ve yorumlamaya çalışınız…
Ekonomiye bakınız… İşsizlik oranlarına, büyüme hızına, borçlanmaya, ithalata, teknoloji kullanımına, ihracatın içindeki ithal ürün payına bakınız ve yorumlamaya çalışınız…
Bakalım neler çıkacak ortaya?