Mutluluk ve/veya endorfin isteyenlere

Köşe Yazısı
5 Kasım 2014 Çarşamba

David OJALVO

 

Spor, fiziksel aktivite gündelik hayatın en önemli parçalarından, vazgeçilmezlerinden… Futbol, basketbol, voleybol, tenis, yüzme… Her birinin ayrı değeri var. İlkokul zamanlarımdan bu yana akla bir çırpıda gelen bu spor dallarının hiçbiriyle iç içe olamadım. En çok basketbol topunu alıp, potaya kuralsız, keyfe keder atışlar yapmışımdır. Denizde boğulmaktan babam kurtarmıştır. Kaldı ki şehir hayatı söz konusu spor olunca şehir imkân mı sunuyor, yoksa zamanı mı kısıtlıyor, yanıtlar kişiden kişiye değişir. Arayışı varsa insan spora zaman, mekân, imkân yaratır. Bu doğrultuda üniversite yıllarımdan bu yana ben de dönem dönem spor salonlarına yazıldım. ‘Spor salonu’ doğru bir kavram mı, onu da bilmiyorum. Koşu bandı, bisiklet ve makineler arasında ayrılmış 1-1,5 saatlik vakit. Son sohbetlerimizden birinde salondaki eğitmenim bana aradaki farkları anlattı. Benim ve daha birçok üyenin yaptığı daha çok egzersizdi.

Şehir hayatı ve mevcut düzen yavaş yaşamamıza izin vermiyor. Koşuşturmaca hali var. Araya tek giren yavaşlık, çoğu zaman sinir bozucu trafik. Dolayısıyla profesyonel spor hayatını sürdürebilenleri takdirle karşılıyorum. Bir spor salonuna yazılmak da şehir yaşamının parçası çoktandır. Dizilerde, filmlerde, dergilerde öğlen arasını dahi egzersiz yaparak değerlendiren bireyleri görebiliyoruz. Zamanı verimli kullandığımız takdirde, haftanın 2-3 günü birkaç saatimizi salona ayırabiliyoruz. Aslında böylesi kapalı mekânların doğallıktan uzak durduğundan bahsedilir. Doğru. Gönül sokaklarda koşup, bisikletle ter atmayı isterdi. Kuzeydeki toplumların Oslo’da, Stockholm’de böyle bir yaşam tarzına ne kadar değer verdiklerine tanık oldum. Devlet de onları destekliyor. Bisiklete özel yollar, trafik ışıkları, koşu alanları, parklar… İstanbul’da Anadolu yakası belki bu konuda daha şanslı… Avrupa tarafında binalar, gökdelenler, araç trafiği var ancak.

Günlerin yoğunluğu ve stresi düşünüldüğünde, egzersize salonda da olsa vakit ayırmak bu noktada daha da önem ve değer kazanıyor. Disiplin geliştirmek, zihinsel ve fiziksel yorgunluğu atmak üzere harekete geçmek… Bazen en hafif düzeyde de kalsa, ‘ağırlık kaldırmak’ fikri akşam saatinde zorlayıcı gelebiliyor. “Başlamak, bitirmenin yarısı” sözünü seçiyorum karşılık olarak. Egzersiz için beni özel bir şekilde motive eden sırrım da var; paylaşmak isterim. Sağlığımı pekiştirmek, direncimi yükseltmek, stres atmak değil aktaracağım ayrıntı. Mp3 çalarım ve kulaklarım! Salona gitmeden ara ara mp3 çalarımdaki parçaları yeniliyorum. En canlı, hızlı, tempolu, enerjik şarkıları seçiyorum. Onları koşu bandı veya bisiklet üzerinde dinlerken, egzersiz ve müziğin bedenim ile ruhumdaki müthiş etkisini deneyimliyorum. Bu sene beynimde endorfinlerin salgılandığını resmen hissettim. Müzikle bedenim hafifliyor, ortam değişiyor, adeta bisikletin üzerinde dans ediyorum. Mutluluğun resmini çizmek isteyenler için bence mükemmel bir portre bu. Tablonun kahramanı olmak zor değil! Salondan ayrılırken bazı günler masajdan çıkmış gibi hissediyorum kendimi. Günün zihinsel yorgunluğu, o tatlı bedensel yorgunlukla birleştiğinde stres ve gerginlikler, uzak detaylar gibi görünebiliyorlar.

Uzaklardaki bir dostumun bana tavsiyesi her gün egzersiz yapıp terlemem.  Bugün için, bu mümkün değil; ama onun motive eden sesini içimde saklıyorum. Egzersiz yapmanın daha nice faydası var. Onları bir öğretmen edasıyla sıralamayacağım. Spor ve egzersizin keyfi, modası geçmeyen bir davet sonuçta…