Fazla paylaşım

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
22 Ekim 2014 Çarşamba

Gereğinden fazla paylaşım olduğuna inanırım bu hayatta. Kişiyi huzursuz eden paylaşımın konusu ise insandan insana değişir; bazısının cinsel hayatının en ince ayrıntılarını anlatması dinleyenleri huzursuz ederken, evli barklı, yeni bebek sahibi olmuş bir kadının buluştuğunuzda ‘görmemişin çocuğu olmuş’ edasında sadece bebeğinden bahsetmesi, cinsel hayatını anlatmaya çok meraklı arkadaş kadar sizi eşit derecede rahatsız edebilir.  “Senin hayatın nasıl geçiyor?” diye sormak aklının ucundan geçmezken, telefonundan bebeğinin o gün çekilen on beş resmini paylaşmaya devam edebilir arkadaşınız. 

Sosyal medya haricindeki tüm mecralarda fazla paylaşım kontrol altına alınmıştır.  Bir film montajlanır, gazete yayınlanmadan evvel sansürlenir, televizyon dizileri ise santim santim incelenir.  Küfürler ‘bip’lenir, sigaraların yerine çiçek konulur, eldeki bir kadeh içki ise aydınger kâğıdına benzeyen yarı saydam bir yuvarlağın arkasında yer alır. Konuşurken bile süzgeçten geçiririz düşüncelerimizi… Karşımızdaki kişi hakkında aklımıza ilk geleni söylemeyiz, kızdığımızda küfür edemeyiz, saygıyı her zaman hak etmeseler de, bizden yaşça olgun olan kişilere aldığımız terbiyeden dolayı ‘siz’ diye hitap ederiz.  “Ayıp olmasın, alınmasın, kırılmasınlar” da hayatımızın kaçınılmaz bir parçasıdır. 

Medyadaki sansürler aslında, bizim yaşam tarzımıza aykırı düştüğünde bize ters gelir.  Bir televizyon dizisindeki küfürlerin kesilmesi bizi rahatsız etmezken, sigara içmememize rağmen aydınger kâğıdına dönüşen sigarayı gülünç ve gereksiz bulabiliriz.  Siyasi görüşü bizimkine yakın bir gazetede yazan bir köşe yazarının biraz argo bir üslupla kaleme aldığı yazı, görüşleri bizimkilerle örtüşüyor diye bizi fazla rahatsız etmeyebilir.  Aslında etmelidir çünkü yazar yüzbinlere hitap etmektedir.  Mahalle kavgasında laf dalaşına girer gibi yazması çok da hoş değildir.

***

Nicole Kidman ‘To Die For’ adlı filmindeki bir sahnede “Eğer televizyonda değilsen, Amerika’da hiç kimse değilsin” demişti. Kidman’ın bahsettiği televizyon, filmin yayınladığı 1995 yıllarında sosyal medya olmadığı için, bir anlamda günümüzdeki sosyal medyaya eş değerdi. Günümüzde ‘Twitter fenomeni’ tabir edilen, yayınladığı yazılarla yüzbinler tarafından okunan bir kişi, televizyondaki yeni dizi oyuncularından bile daha ünlü olabiliyor. Eğitimli, araştırmacı hatta kitap yazmış ve basmış yazarlardan bile daha çok okunabiliyor. 

Çok üzücü, insanın içini acıtan bir olaydır insanın hayatını sonlandırması. 16 Ekim günü sosyal medyada patlayan Mehmet Pişkin’in intihar notunu birinci dakikasından sonra seyredemedim.  İntihar etmek için sevdiği bir arkadaşının doğum yapmasını beklediği sahneden sonra anında kapattım. İntihar sebebini, psikiyatrların yorumunu gazeteden okuduğum kadarıyla biliyorum. Mehmet Pişkin’inki Facebook’da yayınlanmış ilk video değil.   Üniversitede iki veya üç psikoloji dersi haricinde psikoloji hakkında bir formasyonum yok. Bir intiharı değerlendirmek belki haddim bile değil. Ancak bir insanın kötü anlamda da olsa en son, en özel anlarının sosyal medyada yayınlanması, beni çok rahatsız etti. Çok ama çok fazla bir paylaşım…