Teknolojiye ayak uydurmak veya uyduramamak…

Bu haftaki köşe yazımı başyazı niteliğinde ve gereğince ciddi bulmayabilirsiniz. Yine de X kuşağının ciddi bir sıkıntısını dile getirdiğim düşüncesindeyim. Teknolojiye evet derken tüketicinin bağımlı hale getirmesine dur diyebilir miyiz?

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
22 Ekim 2014 Çarşamba

Facebook’ta bir yazıya rastladım: “Akıllı telefon-Akıllı televizyon-Akıllı bina-Aptal adam...” Ephraim Kishon’un yürümeye başlayan bir çamaşır makinesini hicvettiği öyküsü, hikâyeleri arasında en çok beğendiklerimden biridir. Gerçekten kırk kadar yıl önce, belki de fazla, ailemin yeni satın aldığı o heybetli aygıtın çalışırken her silkinmesinde sanki bir adım ileri atar gibi devinmesi gözümün önündedir hala.

Sonrasında ne yenilikler yaşamımıza girmedi ki… Büyükada’da bir gencin elindeki transistörlü radyodan gelen müziği duyunca nerede ise küçük dilimi yutacaktım. 1955 senesinin Grunding TK-5 model teyplerin önüne ailece geçip konuşmalarımızı kaydedip dinlememiz, Teknik Üniversite’den günde bir-iki saat deneme yayını yapan TV’nin siyah beyaz ekranında insanoğlunun aya inişini izlememiz, bir ofisin duvarını kapsayacak büyüklükte bilgisayarlarla tanışmamız ve telsiz boyunda, önce otomobillerde, sonra cepte kullanılmaya başlanan telefonlar.

Kurban Bayramı öncesinde eşim; “ya bu selfie denen şey nasıl oluyor diye sormaz mı?” O andan itibaren dünyam kararıverdi, akıllı telefonumun kamerasının kararması ile birlikte. Kamera çalışmıyordu, çalışmaması bir yana cihaz giderek ısınıyor, elde avuçta tutulamayacak hale geliyordu. Bir ara düşündüm, buzdolabına mı koysam!.. Allahtan yine eşim yardımıma yetişti ve “bir kapatıver” dedi. Kapattım, yavaş yavaş ısısı düşmeye başladı. Anlaşılan kamera çalışmamış ama flaşı açık kalmıştı. Yine de geceyi yarı uyanık, sürekli yanı başımda duran telefonun ısısını kontrol ederek geçirdim.

Sabahı zor ettim ve kendimi sekiz ay kadar önce cihazı aldığım operatör şirketinin satış şubesine attım. Beni bu konuda daha yetkin olan Kanyon’daki bayiine yönlendirdiler. Orada arızanın kameradan değil sistemden kaynaklandığını, ana tamir merkezine veya tercihen Apple’a başvurmamı önerdiler değiştirme veya tamirin iki hafta sürebileceğini de belirterek. Tüketici yasasına göre de zaten öngörülen süre 20 gün, ama beni bir panik aldı; akıllı telefonsuz nasıl yaşayabilirdim bunca süre?.. Yine eşim sim kartımı eski telefonuma geçirebileceğimi söyledi ve bir nebze olsun rahatladım…

Araya bayram tatili girdiğinden ve hizmet veren merkez kapalı olduğundan bilgi edinmek için Apple’ın müşteri hizmetlerini denemeyi düşündüm. Bilgisayarımın başında, son derece nazik ve hoşgörülü davranan birkaç teknisyen ile telefonda tam 48 saatimi geçirdim. Çünkü servise giden ve açılan telefonun tüm bilgileri silineceğinden iTunes’da yedeklenmesi, ayrıca iOS 8 olarak güncellenmesi gerekiyormuş. Bu arada ‘AppleI D’ numaramda da sorunlar yaşandığından ve iCloud’u çalıştıramadığımdan tatilim biraz stresli geçti desem abartmış olmam?

Ve bayram çıkışı saat 9.00’da teknik servis binasının önündeydim. Bu arada arabamı park ederken ufak da bir kaza yaşadım, bunca gerilimden sonra geri geri giderken bir Mercedes’in kırdığım farını ödedim ve soğukkanlılığımı korumaya çalıştım. Neyse ki aynı gün katıldığım bir cenaze töreninde arabamı çekilmekten son anda kurtardım. Öneri; Ulus’a otomobilinizle gitmeyin.

Telefonu servise teslim ettikten sonra da koşuşmam devam etti, sim kartına aparat aramak vs. Yeni bir şey daha öğrendim; bilgilerin çoğu sim karta değil, telefona kaydediliyormuş. Hala bekliyorum ve akıllı telefonuma kavuştuğumda, iTunes’da ‘geri yükle’ tuşuna basınca tüm değerli bilgilerime kavuşacağım umudu ile.

Sonunda beylik bir söz ile noktalayayım; cana geleceğine mala gelsin. Ama Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a da teknoloji konusunda hak vermiyor değilim. Erdoğan, İhracatçılar Meclisi’nin ‘Türkiye Markası’ tanıtım toplantısında iPhone 6 çılgınlığını şöyle eleştirmişti; “İnsanlar o marka telefonu alabilmek için gece dahi saatlerce kuyrukta bekliyorlar. Bu marka her yıl model çıkardığı halde, modeller arasında çok büyük farklılıklar da yok ha, bunu da söyleyeyim. Tanınmışlık sayesinde bu uzun kuyrukları oluşturabiliyorlar. Burada birçok arkadaşımız da bunu biliyor. Aslında satılan telefon değil, satılan o telefonun markası. ‘Bak yenisini aldım’ diyebilmek, hepsi bu.”