Kızını dövmeyen dizini mi döver?

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
13 Ağustos 2014 Çarşamba

Bir çocuğa tokat atıldığını görüp itiraz edenlerimiz bile, ‘acaba çocuk ne yaptı ki?’ diye sorabilir. Tokat atmanın, çocuğa şiddetin haklı bir sebebi olabileceği inancını içimizde derinlerde bir yerde taşıyor olmasak bunu sorar mıyız? Bu durumun içinden ancak ilkelere dayanarak ve gerçekle yüzleşerek çıkabiliriz. Gerçeklerden başlayalım; birincisi çocuklarımızın hayal ettiğimiz ve istediğimiz gibi ‘çıkmayabileceği’. İkinci gerçek ise, bu gerçeği fark ettiğimizdeki duygularımızın güçlülüğü. Çocuk beklediğimiz ya da dilediğimiz gibi çıkmaz ise, bu çelişkiyi bize hatırlatan her olayda içimizde doğacak kızgınlık ya da hayal kırıklığı kendini tokat ya da hakaret ile göstermeye yeltenebilir.

İşin ilginci çocuklarını döven ya da onlara hakaret eden anne-babaların birçoğu çocukluklarında benzer muamelelere uğramış, gururları incitilmiş ve belki de öyle olmamaya yemin etmiş kişilerdir. Çocuklarına zarar verdiklerini fark etmelerine rağmen kendilerini kontrol edememelerinin kökenini anne-babaların kendi gördükleri zararda aramalıyız.

Anne-babanın çocuk (ve arzu edilmeyen davranışı) karşısında hissettiği (bazen doğal sayılabilecek) öfkenin (doğal sayamayacağımız) şiddete dönüşmesinin çocuk zihnindeki anlamı nettir: yetişkinin acizliği, kendini kontrol edemezliği. Bunu görmek bazen çocuğun anne-babayı açıktan suçlamasını engelleyebilir.

Anne-babalar kötü sözleri ya da sert muameleyi sonradan güzel sözler, yanaktan makas veya sıkı bir kucaklama ile telafi edebileceklerini düşünürler. Yayınlar pek öyle demiyor. Örneğin, Polcari ve arkadaşlarının 2014’de yayımlanan çalışmasına göre ne kötü sözü söyleyen ebeveyn ne de diğer ebeveyn, söylenmiş sözlerin inciticiliğini sonradan güzel duygulu sözlerle değiştiremiyorlar. Çok geç olmadan tokatlar ve kötü sözlere son vermek en güzeli.

Gündelik Sıkıntılar

Aşağıdaki paragraflar değişik zamanlarda yazılmış ‘güncel’ yazılarımdan.

Vicdan miyoptur

Vicdan ne oldu deniyor, vicdan durduğu yerde duruyor, bir yere gitmiyor. Sadece vicdanda bir miyopluk var, kendisine yakın olan dışındakinin başına gelen durumlarda işlemiyor; vicdan durumu kendisiyle ilgili görmeyip ‘devre dışı’ kalıyor. Çünkü ‘öteki’ni insan saymayan bir mekanizma propaganda araçlarıyla zihinlerimizde harekete geçiriliyor. Vicdanımızın başka türlü kabul edemeyeceği olaylara böylece rıza gösteriyoruz.

Ruh halimiz?

Toplum, belirsizliğin arttığı, tekinsizlik hissi yaratan ve geleceğin giderek sislendiği koşullarda ‘tehlikedeyiz’ stresine kayar. O nedenle teklik, sıkıdüzen ve otorite arayışı artar. Toplumların otoriter yapıları tercih ettiği dönemler, dengenin altüst olduğu ve ne pahasına olursa olsun denge arayışının olduğu dönemlerdir. 

 

Türkiye’yi iyi tanıyan birisi

‘... Memleketimizde 12 yıl oturup bize hayran giden ressam Leopold Levy bir gün bana şunu söylemişti: “Siz ferd olarak, cemiyet olarak sayısız meziyetleri bulunan bir milletsiniz. İçinizde biraz yaşayıp da sizi sevmemek imkânsızdır. Yalnız acayip bir huyunuz var. Daima bir şey bekliyormuş gibi yaşıyorsunuz. Bir şey ki, size her şeyi toptan düzeltmek, değiştirmek imkânını verecek ve o olana kadar siz biraz da hayatınızın dışında yaşıyorsunuz. İşte tek anlamadığım tarafınız budur. Hayat yaşanmak içindir, beklemek için değil.” (Yaşadığım Gibi, Ahmet Hamdi Tanpınar)

 

Mizah neden önemli?

Mizah ömrümüzün bir bölümünü (yine) ziyan ettirdiğimiz hissinin verdiği hüzünle başa çıkmak için bir neşelenme arayışı. Baskı dönemlerinde toplumdaki kararmanın verdiği kasvetle başa çıkmak için bir çıkış yolu.

Mizahın toplumsal baskılara dayanabilmeyi sağlayan, insani reflekslerimizi canlı tutan bir yanı var. İçinde olduğumuz acılı ve acıklı durumdaki gülünçlüğü görüp başkalarına göstererek duruma dayanabiliyoruz.  Mizah beynimizi basit bir hücreler toplamı olmaktan, bizi de akıllı bir makineden ibaret kalmaktan kurtarıyor.

 

Sebep sonuç ilişkisi kurmak

Her beceriksizliğin bilerek ve planlı yapıldığını sanmak, insanların tek tek yetersizliklerinin birçok trajik olayın kolaylaştırıcısı olabildiğini unutmak olayların sorumlularını ararken yapılan hataların bir kısmını oluşturuyor.

Hiç bir olayın tek bir açıklaması yoktur, ama bizim aklımız da birden fazla sayıda açıklama ile karışır. Akıl en ‘akla yakın’ olanı kabul eder. Akla yakın olmak hakiki olmak anlamına gelmez.

Korku ve güç

‘‘İnsanı yoldan çıkartan güç (kudret) değil korkudur. Gücü kaybetme korkusu gücü kullananları bozar (yoldan çıkartır); gücün eziciliğinden korku ise gücün ‘kırbacını yiyenleri’ bozar, çürütür. (Aung San Suu Kyi; Burma/Myanmar’lı mecburi siyasetçi/insan hakları savunucusu)