Kader

Köşe Yazısı
7 Mayıs 2014 Çarşamba

David OJALVO


Kader, özel bir kavram… Bu yazımda kadere dair gözlemlerimi, bireysel görüşlerimi aktaracağım. Din adamlarının, teologların konudaki birikimine, yaklaşımına saygı duyduğumu bildiririm öncelikle. Yazdıklarım, değişime ve gelişime açıktır.

***

Kader var mıdır, yok mudur; çokça tartışılmıştır. Doğarken, geleceğimiz alnımızda yazılı mıdır, seçimlerimizin anlamı ve değeri nedir? Bunlar, bilindik ve ara ara dost meclisinde sorulan sorular. Tercihlerimizin kaderin bir parçası mı olduğu, yoksa kaderimizin tercihlerimize göre mi şekillendiğinin cevabı kanımca fark etmiyor. İki tarafa da doğru eşit derecede yorum yapabiliriz. Kadere inanç konusunda da bir yıl öncesine kadar benzer bir bakış açısını taşıyorum. Ağırlıklı olarak bireyin kendi kaderini tayin ettiği yönündeydi sezgilerim. Bir parça da seçimlerimizle kaderin birbirlerini etkilediğini hissederdim. Bugün içinse kadere inancım oldukça güçlü. Seçimlerimizi ve kalbimizin inandığı yolu sonuna kadar izlemeye gayret etsek de, bazen vardığımız sonuç, hedeflediğimizden çok farlı. Sevinçler ve üzüntüler kaçınılmaz. Duygularımı mantığıma doğru yoğururken de, karamsarlıktan uzak durmaya bakıyorum. Teslimiyetçi davranmayarak, özveride bulunmakla birlikte, iyimserliği koruyabilmek mümkün…

Dört yıl öncesinde ünlü bir deyişi ilk kez Miryam Molinas’tan duymuştum. “Talih, plan yapanlara kıs kıs gülermiş.

Bu sözün son derece geçerli ve yerinde olduğu zamanlar, durumlar var. Son dönemde yaşadıklarım doğrultusunda benim de eklemek istediğim bir cümle var: “Kader yazdıklarınızı, söylediklerinizi ustalıkla kaydediyor ve bir gün onları size hatırlatabilir.

Yıllar, çok uzun yıllar öncesinde kurulan bir hayalin, sarf edilen bir sözün ve kaleme alınan bir öykünün günün birinde sizi yakalaması basitçe tesadüf sayılabilir mi? Dileyen, rahatlıkla tesadüf diyebilir; ben kadere yormayı seçiyorum.

Tüm çağrıştırdıklarıyla kaderi irdelerken, yaşamdaki çoğu olumsuzluğu kadere bağlayan anlayışa da karşı olduğumu belirtmek istiyorum. Düşünülenler, uygulamaya geçirilenler ve varılan sonuçlar arasında bir denge kurmalı. Bu olgunun en çarpıcı örneği doğal afetler. Depremler, dere yatağına kurulan yapılar, tedbirsizlikler ülkemizin en acı tecrübelerinden ilk akla gelenler… Sebep-sonuç ilişkisini kurabildiğiniz, öngörebildiğiniz yerlerde, kaderin etkisi daha arka planda gibi duruyor. Hatta denilebilir ki, başka olasılıkların bulunmadığı, mantığın açıklama getiremediği noktalarda kadere pay vermeli. Sonuçta “Kader böyleymiş” demek dile kolay. Günlerin akışında söylenecek daha çok söz, yapılacak hayli iş var.

***

Kaderi biraz da varoluşun sınırları dâhilinde arıyorum. Bir bebeğin doğduğu ülke, aile… Çocuğun yetiştiği ortam, edindiği kimlik… Ortak paydalar ve ötekiler…  Hastalıklar… Burada da sınırlar keskin değil; sorumluluk insanoğlunda. Toplum bilinci, yarınlara daha iyi bir dünya bırakma arzusu, kader kavramını yumuşatabilir. Çaresizlik ve kaderin kesişme sıklığı azaltılabilir. Toplumsal bilincin bu doğrultuda geliştirilmesi hep vurgulanmakta… Bir bireyi sadece yaratılışından ötürü hor görmek, suçlamak, yargılamak cahilce… Medeniyet gelişimini sürdürüyor ve “kader” olgusunun çoktandır toplumsal çatışmalarda ne sebep ne sonuç bağlamında yeri yok.

Genelde olumsuz deneyimlerin kaderle ilişkilendirildiğinin farkındayım. Oysa bazen talih ılık bir rüzgâr misali teninizi hoşlukla sarar. Varoluşunuzla, seçimlerinizle, sebepler ve sonuçlarla barışık kaldığınız dönemler doğar. Hayat cömertleşir, duygularınız cömertleşir. İşte o an, yıldızlardan ilham alarak yola aydınlık bakma zamanıdır. Gecenin bir yerinde, kalbinizden evrene şükrederek el sallayabilirsiniz. Şimdi bir kez daha o anların izindeyim.