Korkmayalım

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı 0 yorum
1 Mayıs 2014 Perşembe

Ara sıra da olsa Rabi Mendy’nin konuşma metinlerini Türkçe’ye çeviririm ve her seferinde bilmediğim bazı şeyleri öğrenme şansına sahip olurum. Geçtiğimiz Kipur vesilesi ile çevirdiğim yazıda şöyle bir bölüm vardı: Bir hanımefendi Rabi Mendy’nin yanına gidiyor, Tora’da en çok geçen sözcüğün hangisi olduğunu soruyor, Rabi bir tahminde bulunuyor ancak yanılıyor.

Metin devam ediyor:

“Eve dönünce baktım, kadın yüzde yüz haklıydı. T-nrı seksen kereden fazla ‘Al Tira’, yani ‘Korkma’ diyor, Avraam’a diyor, Yitshak’a diyor, Yaakov’a diyor, her bir peygambere diyor ve onlara, Yahudi halkına şunu demelerini söylüyor: “KORKMA!

Ne yazık ki hayatımızın büyük bir bölümünü korku içinde geçiriyoruz. Biri soracak olursa en çok neden korkuyorsun diye, çoğumuz aynı cevapları veririz: Sevdiklerimi kaybetmekten, hastalanmaktan, ölmekten, yerimden, yurdumdan, işimden olmaktan. Bunlar marazi bir şekil almadıkça, normal korkulardır ve kimsenin arzu etmediği durumları yansıtırlar. Bir başkasının başına gelince, korkunun bizim de aklımızı yoklaması doğaldır: Aynısı benim de başıma gelirse?

Bir de hayatımızı zehir, bizi de felç eden başka korkular var. Normal olmayan korkular. Kocası seneler süren bir hastalık sonucunda öldüğünden, bir daha hayatında erkek olmasın isteyen var mesela. Bu, insanın kendi kendine verdiği nasıl bir cezadır? Evet, evlilik kısmet işidir (Yukarı’da ayarlanır) ve olur ya da olmaz ama çok korktuğu hastalığın, sonradan evleneceği kocanın değil de ailenin başka bir ferdinin başına gelmeyeceği ne malum? İşte yeni bir korku soktum mu aklınıza? Aferin bana.

Hayatta hiçbir şey kesin değildir. İnsanın hiçbir sözünün garantisi yoktur. Ancak Aşem’in Sözü için aynısını söylemek mümkün mü? O korkma diyorsa, hem de sekseni aşkın kez diyorsa, bizleri yarattığı için en iyi tanıyan Varlık olarak diyorsa, inanmak lazım.

Seyahat etmekten korkan bir sürü insan var. Buna karşın kör topal (gerçek anlamda ya da mecazi, fark etmez), bir o kadar da insan bütün dünyayı dolaşıyor. Aşem bu dünyayı bizim için yaratmadı mı? Yaptığı harikaları yerinde görmemizi istemez mi? Görmeyi reddedersek alınmaz mı? Yabancının tekerlekli sandalye ile yolculuk edeni olağan da, bizim insanımızın eksiği ne? Konudan saptım, farkındayım...

Alışkanlıklar, ayağımızın şeklini alan eski püskü bir terlik gibi bizi öylesine ele geçirmiş ki, her türlü yeni durum, yüreğimizde korkuya yol açıyor. İnsan yastığına ve yorganına bu kadar çok mu bağlanır!

Herkes ileri bir yaşta, huzur içinde kendi yatağında ölmek ister. İki gün yatak, üçüncü gün toprak der. Buna Aşem’den başka kim karar verebilir? Belli olan tek bir şey var, öleceğiz, çünkü yaşıyoruz. Yüreğinize yeni bir korku salmak istemem ama kaçınılmaz, gün gibi aşikâr olanı, balçıkla sıvayamam.

“Korkma!” diyor Aşem. “Al Tira!” Hem de seksen kereden fazla. Biz niye korkuyoruz peki? Ölmekten, hastalanmaktan, sevdiklerimizi kaybetmekten ve daha pek çok şeyden. Bunların hepsi gerçek olacak ama ne zaman?

Bir Pesah’ı daha geride bıraktık. Özgürlüğümüze kavuşabildik mi? Ne vakit başımıza geleceği belirsiz olan hayali felaketlerin korkusundan kurtulabildik mi? En acımasız “Paro”, kendi aklımız. Paro’nun korkusu, İbranilerin arasından çıkacak bir erkek bebeğin onu alt etmesiydi. Kendini bir tek İbranilerin erkek bebeklerine odaklamıştı.

Ya biz aklımızı nelere odaklıyoruz? En sevinçli vesile bile, aklımıza neredeyse zorla soktuğumuz olası aksilikler yüzünden stres kaynağına dönüşüyor.

Sevgili okurlar, ne olacaksa olacak. Tora’ya göre yaşamak şartı ile günümüzü gün edelim. Aklımızı kötü düşüncelerden, zihnimizi ve bedenimizi kötü alışkanlıklardan kurtaralım. Kelebek gibi bir gün yaşayacaksak bile, o günü hoplaya zıplaya çiçekten çiçeğe uça uça geçirelim.

Bilinen bir fıkra vardır: Adamın biri açık arazide dolaşırken ayağı kayar, uçurumdan aşağı düşerken kayaların arasındaki bir dala tutunur. Etrafta hiç kimse yoktur. Sadece rüzgârın sesi duyulmaktadır. Ümitsizce seslenir: “Kimse yok mu?” Bir daha, bir daha seslenir. Bir ses duyulur: “Dediklerimi yap.” Adam sorar “Sen kimsin?” “Ben Tanrı’yım” der ses.

Fıkra, ateistler için şöyle devam eder: Adam seslenir: “Başka kimse yok mu?”

İnanmanın (İbranice Emuna) bir kademe ötesi, güvendir (İbranice Bitahon). Aşem’e güvenmek çok üstün bir duygudur.  Ne olursa olsun, Aşem’in bu dünyayı mükemmel şekilde yönettiğinin, her şeyin zaten en iyi durumda olduğunun ve bu en iyi durumun süreceğinin bilincidir. Öyle bir duygudur ki, Aşem’in direksiyonda olduğunu bilen kişi, bütün hayatını arabanın arka koltuğunda keyifle geçirir.

Fıkra, bitahon sahibi için şöyle tamamlanır: Adam seslenir: “Beni kurtar!” Cevap gelir: “Dalı bırak!”

Bitahon sahibi, dalı bırakandır.

Aşem’e güvenin, hayatı ve özgürlüğü seçin lütfen.

1 Yorum