Geleceğe umutla bakabilecek miyiz?

Türk Yahudileri olarak eskisi gibi rahat ve huzurlu bir şekilde hayatımızı devam ettirebiliyor muyuz? Yoksa, şu an için her şey yolunda diyerek, ‘Beyaz Türkler’ ile birlikte yaşadığımız modern gettolarımızda bir illüzyon içinde miyiz toplum olarak? Geçtiğimiz hafta Strasburg Yahudi Cemaati’nden misafirlerimiz ile keyifli bir dört gün geçirdim. Bir yandan cemaat kurumlarına ve sinagoglara ziyaretler gerçekleştirirken bu süre içerisinde de Fransız Yahudilerinin gözünden buradaki hayatı gözlemlemeye çalıştım. Yukarıdaki sorunun cevabı sübjektif olmakla birlikte kesin olan tek olgu kurumlarımızdan, yaşadığımız alanlara, kendimizi nasıl ifade ettiğimizden toplum yapımıza bir değişim içinde olduğumuzdur.

Mois GABAY Köşe Yazısı
1 Mayıs 2014 Perşembe

Tout va très bien Madame La Marquise!*

 

 

Grubumla tura başlamadan evvel internetten Türk Musevi Cemaati ile ilgili yazılmış Fransızca makalelere bir göz atmak istedim. Dikkatimi çeken araştırmalardan birisi Yoann Morvan tarafından 2011 yılında yazılmış makalelerdi. “La Vie Juive a İstanbul: Entre Post-Kémalisme Et Néo Ottomanisme” isimli araştırmasında yazar her iki akım arasında kalan cemaat bireylerinin son yıllarda çareyi tanıtım faaliyetlerini arttırarak kendilerini daha çok ifade etme arayışında bulduğunu anlatmaktaydı. Morvan bir diğer makalesinde ise İstanbul’un  çarpık kentsel yapılaşmasında cemaat bireylerinin neredeyse her on yılda bir yeni yaşam alanları yaratmaya çalışıp, gittikçe merkezden uzaklaştıklarına dikkat çekmekteydi. Araştırmacının, “Bir zamanların Kuzguncuk semtine karşın artık boşluğu Kemerburgaz mı dolduracak?” sorusu yazlık mekânlarda ise “Büyükada’nın yeni alternatifi Bodrum mu?” tezi ile desteklenmekteydi. Yazıdaki tüm fikirlere katılmasam da kendimize ayna tutması açısından makaleleri okumanızı tavsiye ederim. Bir diğer bulduğum makale ise yakın zamanda İgal Acıman tarafından kaleme alınmış, farklı fikirlere de yer veren Türk Yahudileri ve antisemitizmin yaşamlarına etkisini araştıran çalışmasıydı. Bilimsel çalışmalar olumsuz bir tablo çizse de geçen haftaki gözlemlerim giden herkesin bir yerlerde buraya olan bağlılığını doğrulamaktaydı. Tur grubunda buradan Fransa’ya göç etmiş iki dindaşımızın her yıl fırsat buldukça Türkiye’ye geldiklerini öğrenmek bir yana Galata’da büyük bir heyecanla grubun geri kalanına bir zamanlar yaşadıkları evi göstermeleri ise duyguların hep aynı yerde kaldığını gösteriyordu bizlere. Marcel Ağabeyin denize her yaklaştığımız anda eline birer ekmek kırıntısı alıp martıları beslemesi gibi bir duyguydu bu şehre duyulan özlem. Buradan uzakta olanlar şehre her geldiklerinde hasret giderirken biz İstanbul Yahudileri zamanın şartlarına uyup her geçen gün uzaklaşıyoruz bu şehirden. Tüm dünyada olduğu gibi varlıklı olanın zamanla fakirle aynı yerde yaşamak istememesi midir bu? Yoksa yeni semtlerimize kilometrelerce yapılan yolculuklar şehirden biraz uzakta bir Burgaz havası yaratma özlemi midir? Şişli, Gayrettepe, Nişantaşı’nda oturup işine yürüyerek giden mi daha şanslıdır yoksa doğacak çocuklarını yeşil bir çevrede büyütebilenler mi? Asya yakasında Kadıköy-Pendik hattında oturan yeni evli çiftlerin çoğu da yeni bölgelere taşınıyor. Biz merkezden uzaklaştıkça cemaat kurumları da birleşip servisleri bu yeni semtlere ulaştırmaya çalışıyor günümüzde. Hayat gittikçe zorlaşmakta, cemaat yapısı da gün geçtikçe buna ayak uydurmaya çalışmaktadır. Cemaat kurumlarının, okulumuzun, yaşlılarımızın her zamankinden daha fazla bize ihtiyaç duyduğu bir dönemdeyiz. Hasköy İhtiyarlar Yurdu’nda yaşlılarımız ile haftanın her günü neredeyse birebir ilgilenen bir gönüllümüzün “Neden buradan taşınmak zorundayız?” sorusu karşısında neler hissettiğini düşünün. Peki ya her geçen gün umutla gelişen Musevi Lisesi’nde yeni evlenen çiftlerin yüzde kaçının bütçeleri çocuklarını okutmaya yetecek sizce? Giderek artan tehlike çanlarına dur demek birbirimize kenetlenmekle mümkün olabilir. Eskisi gibi rahat ve huzur dolu günler geride kalmıştır. Kaynaklarımızı en verimli şekilde kullanmak, sayıca azalsak da katılım olarak artmak yeni amacımız olmalıdır. Gelin, siz de çocuklarınıza unutmayacakları bir anı bırakın. İhtiyarlara Yardım Derneği taşınmadan siz de bir pazar sabahı tüm aile Hasköy’e uğrayıp yaşlılarımızla muhabbet edin. Yeni projelerimizin yeni umutlara yelken açtığı bir gelecek dileğiyle…

* “Tout va très bien Madame La Marquise” 1930’lu yıllarda Fransa’dan sürgün edilen iki Yahudi’nin yazdığı bir parodidir. Tüm varlığını kaybeden Madam La Marquise’e trajikomik bir şekilde şarkı boyunca adım adım yitirdikleri “Merak etmeyin her şey yolunda Madame La Marquise” nakaratı ile anlatılır. Fransızcaya yerleşmiş olan bu söylem genellikle kötüye gidişin aşina olup söylenmek istenmeyen durumların betimlenmesinde kullanılır.