Unutma değil, aklımıza getirmem

Avram VENTURA Köşe Yazısı
17 Nisan 2014 Perşembe

Eskiden yaşlıların unutkanlıkla ilgili yakınmalarını dinlediğimde, hiç üstünde durmazdım. Son yıllarda yaşıtlarımla konuşurken, belleğimizin bize oynadığı oyunlar üstüne söyleşilerimiz nedense artmaya başladı. Kimi adları ya da olayları unutmamızın, onları anımsamak için birbirimize sormamızın yarattığı sorun ürkütücü boyutlarda olmasa da, zaman zaman rahatsız ediyor. Bu, belleğimize yüklediğimiz konuların çoğalmasından mı, yoksa yaşın getirdiği sorunlardan mı, bilemiyorum.

Geçenlerde doksan yaşını geçmiş bir tanıdığımla görüşürken, pırıl pırıl belleğine, olayları yorumlarken gösterdiği yaklaşımlara imrendiğimi söylediğimde, sözlerimi gülerek karşılamıştı. Sanırım demişti, her gün büyük bir keyifle boğuştuğum matematik problemleri, çözdüğüm bulmacalar beynimi sürekli çalıştırıyor. Onu dinlerken ister istemez aklıma takıldı: Beynimi yeterince yormuyor muyum yoksa?..

En büyük sorunu yazarken yaşıyorum. Bir düşünürün sözünü, bir şiirin dizesini, bir yeri, bir tarihi not düşerken, çoğu kez doğruluğundan emin olmak için ya kitaplığıma el atıyor  ya da internetten araştırıyorum. Bu yüzden kimi yazılarımı, uzun süre yayımlamadan beklettiğim olmuştur. Hele bulunduğum an’ı yazmak için oturduğumda, geçmişimden açılan sayfalardaki görüntüler bilinç dışı olarak söze bürünüyor, yazıya dökülüyor. Bu bir oyunu mu belleğimin, yoksa çağrışımlara açık olarak anıların dile gelmesi midir, bilmiyorum. Ama unuttuğumu sandığım kimi olaylar, hiç beklemediğim bir anda canlanıveriyorlar.

Belleğin en önemli işlevi anımsamaksa diğeri de unutmaktır. Her an sayısız görüntü ve bilgi, bilinçli ya da bilinç dışı belleğimize yükleniyor. Çoğu, daha birikmesine fırsat doğmadan ilk anda silinip gidiyor; ama kimileri vardır ki, onları bir ömür boyu unutamıyoruz. Bunlar olumlu, güzel anılar da olabilir; tersine için için yaralayan, korkutan, her anımsadığımızda tedirgin edenler de... Bazılarını başkalarıyla birlikte yaşamış, paylaşmışızdır; bazılarını da içimiz acıyarak bir başımıza yüklenmiş, değil paylaşmak anlatmaya olsun kaçınmışızdır.

Atinalı asker ve devlet adamı Themistocles’in sözleri geliyor aklıma:

“Bana anımsama sanatını değil, unutma sanatını öğret; çünkü ben anımsamak istemediklerimi anımsıyorum, unutmak istediklerimi unutamıyorum.”

Neruda da, bir şiirini şu dizeyle sonlandırmış:

“ve öyle çok ki unutmak istediklerim.”

Toplama kamplarından kurtulmuş insanların anlattıkları belleğimde canlanıyor. İçlerinden birçoğu uzun yıllar suskunluğa bürünmüşler, yaşananları değil paylaşmak, belleklerinden kazımak için büyük bir çaba harcamışlar. Ama olası mı?.. Geçmişin o korkunç ve karanlık dönemi, kişinin geleceğini de egemenliği altına alıyor. Her an duyduğu bir ses, karşısına çıkan bir görüntü, eskiden yaşadıklarıyla bir bağ kurmakta etken oluyor. Yine de bu kurtulanlardan bir kısmı anılarını yazıya dökerek, bir kısmı da bunları anlatarak yaşam dirençlerini artırmışlar, geleceğe tanıklık etmişlerdir.

Belleğimize kazınmış olumsuz kimi anıları silemeyebiliriz; ama onları aklımıza getirmeme başarısını gösterebiliyorsak, daha huzurlu ve daha mutlu yaşayabiliyoruz.