Sandıktaki Pencere

Metin BONFİL Köşe Yazısı
9 Nisan 2014 Çarşamba

1999’dan beri seçim sandıklarında gözlemcilik yaptım. Her seferinde çok özel bir tecrübe oldu. Bu defa Oy ve Ötesi ile organize olduk. Sandviçler, gofretler, elma ve suyu çıkınımıza koyup sabahın ilk ışıkları ile görev yapacağımız okulu bulduk.

Bu faaliyetin insanın gözünü açan, ufkunu genişleten bir olay olduğunu bildiğim için, eşim, çocuklarım ve yeğenlerim başta olmak üzere, ofisimizden bazı çalışanlar ve onların arkadaşlarından oluşan 1980-90 doğumlu gençler grubunu da peşime taktım. Herkes sandığını bulduktan sonra WhatsApp’ta 30 kişilik bir grup kuruldu ve genç millilere tecrübeli olanların uzaktan destek verebileceği platformumuz hazırlandı.

Gençler istekli ve hazırdı. Hangi partinin müşahidi olduğumuz bizi ilgilendirmiyordu; seyirci kalmayıp sahiplenme duygusu ile hareket ediyorduk.

Bulunduğum sandığın başkanı türbanlı bir hanım idi. Başta AKP’li olduğunu düşünmüştüm ama sonra Saadet’li olduğu anlaşıldı. Yanında belki de CHP’li diyeceğim baçı açık bir bayan vardı; ama belki de Saadet’liydi... Tam anlayamadım.  Zaten önemli de değildi. Bana göre her ikisi de olayı çok iyi kontrol ettiler ve olağanüstü bir titizlikle çalıştılar. Terazileri hiç şaşmadı. 

Oy verme işlemleri sorunsuz gittiği için ben biraz ayak işlerine baktım, mesela, girişteki yoğunluğu hafifletmek için ikinci bir çadır kurulmasına yardımcı oldum, dışarıda bekleme yapanlara iskemle taşıdım, pusulaların arkasına vurulan mührün sağda mı yoksa solda mı olması gerektiği gibi önemli kararlarda bir duayen edasıyla heyete yol gösterdim. (Bu arada, gerçekten dışarıdan gelen oy pusulaları çıktı ama bu sistem sayesinde iptal edildiler). İşe yaradığım yerlerden biri de, yersiz şekilde, yukarıdan bakan ve tiz bir sesle ‘kurallara uymuyorsunuz’ diye sandık başkanını eleştiren CHP’li gezginci müşahidi dışarıda tutmak olmuştu.

Muhtarlık yarışı çok çekişmeli idi. Saçları briyantinli kot pantolonlu vazifeşinas gençler kendilerine muhtarlık pusulalarının kabin görevlisi gibi önemli görevler verilmiş olmasından çok mutlu gözüküyorlardı. Arı gibi çalıştılar. Aynı şekilde, MHP’li gençler de sanki bir açık hava rock konserinin giriş çıkışlarını yöneten kulağı telsizli siyah tişörtlü elemanları gibi, sürekli bir organizasyon içindeydiler.  Zaman zaman sınıfa gelen takım elbiseli, kırmızı gravatlı ve göbekli parti kodamanları etraflarındaki şürekâlarıyla kendi örgütlerinin gençlerini teftiş ediyorlardı.

Bizim ekip de geri kalmıyordu; WhatsApp’tan sürekli durum raporu veriyor, bilgi alıyor, kendilerinin sınıf dışına çıkmasını isteyenlere karşı direniyor, öğrendikleri seçim kurallarının gözetilmesi için cansiperane şekilde çalışıyorlardı.

Ben yanımda oturan ve BDP’li olduğunu tahmin ettiğim genci biraz tanımaya çalıştım. Tekstil işçisiymiş. Genç yaşına ve gözüken eğitim açığına rağmen çok akıllı biriydi. Politik konularda çok bilgiliydi sanki. Güneydoğu’dandı. İstanbullu olduğuma bir türlü inanmak istemedi. “Mutlaka essah bir memleketin vardır, neresidir” diye ısrarla sordu. Biraz ileri gidip nesillerdir burada yaşadığımızı ama aslında 15. yüzyılda İspanya’dan geldiğimizi filan söylemek zorunda kaldım. Anlar gibi oldu ama biraz da kafası karıştı. Ne fark eder, nasılsa hepimiz aynı dine mensubuz gibi ortak payda arayan ifadelerine, “Ben Yahudi’yim” diye girince iyice afalladı, saygısından olsa gerek, “nedir o?” diyemedi.

“Kürtler ne istiyor?” diye oldukça naif bir soru sordum. “Valla on yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz haklara ulaştık, artık sadece özerklik istiyoruz,” dedi. Bir de, “hemen seçimden sonra başlaması gereken bir süreç var,” dedi… “Hediyemizi istiyoruz o da devletin elinde, sen anlarsın,” dedi. Hediyenin ne olduğunu anladığımda, gecenin bir saatinde otelde kapısı kilitlenmemiş yan odaya yanlışlıkla giren, farkına varınca da sessizce geri geri yürüyüp kapıyı dışarıdan yavaşça kapatan adam misali, usulca çıktım o odadan.

Sonuçlar tasnif edildiğinde bir gözlemim daha oldu. Gelen bayan seçmenlerin kahir çoğunluğu türbanlı iken, oylar CHP ve AKP arasında neredeyse eşit dağılmıştı.

Geç saatte de olsa, matematik dehası olmayı gerektiren mutabakatlar nihayet bitti ve tutanaklar tutuldu. Ancak, gördük ki sonrası bir rezalet. E-devlet döneminde, akıllı tahta devrimini yapıp 100 binlerce öğrenciye tablet dağıtmış bir iktidarın neden oyların sisteme girilmesini de sandık kuruluna yaptırmadığını anlamıyorum. Yeni uygulamaya giren e-fatura sistemindeki gibi, gelişmiş şifreleme ve kriptolama yöntemleri kullanarak tutanakların sandık heyeti tarafından ve müşahitler gözetiminde hemen orada sisteme girilmesi son derece kolay hâlbuki. Böylece, Seçimlerde İhtilafları Halletme ile İlgili Riskler (SİHİR) ortadan kalkar, tutanaklarda ne yazıyorsa, sonuçlara da o yansır.

Diyebileceğim şu ki, seçimi izlemek değil, yaşamak lazım. İçine girince her şeyi daha iyi anlıyor insan. Bu nedenle Oy ve Ötesi’ni tebrik ediyorum, destekliyorum. Gençlere de her fırsatta vatandaşlık haklarına sonuna kadar sahiplenmelerini tavsiye ediyorum.