Kızıl Deniz’i nereden ve nasıl geçtik?

(...) “Moses asasını denize uzatıyor, deniz yarılıyor ve kavmimiz, kuru zeminde yürüyerek karşı kıyıya geçiyor. Onları takip eden Mısır orduları aynı yolda geçmeye çalışınca sular birleşiyor ve tüm Mısır ordusu boğulup yok oluyor.” (...)

Sami AJİ Köşe Yazısı
9 Nisan 2014 Çarşamba

Pazartesi akşamı hepimiz masa etrafında toplanıp muhtelif şekillerde,  Agada’yı okuyarak atalarımızın 3300 yıl kadar önce Mısır’dan çıkışlarını anacağız.

Bu öyküyü tam manasıyla kavramaya başladığım andan itibaren, bir tek olaydan çok etkilenmiştim: “Moses asasını denize uzatıyor, deniz yarılıyor ve kavmimiz, kuru zeminde yürüyerek karşı kıyıya geçiyor. Onları takip eden Mısır orduları aynı yolda geçmeye çalışınca sular birleşiyor ve tüm Mısır ordusu boğulup yok oluyor.”

Belli bir yaşa gelinceye kadar, denizin yarılmasını pek gerçekçi bulmuyordum, taa ki İngiltere’de bir arkadaşın evinde misafir oluncaya kadar. Bir gün arkadaşlarımız bizi deniz kıyısına götürdüler. Geniş bir plajdı ve denize dikey bir şekilde yürümeye başladık. İlk gözüme çarpan sayısız ve direkler arasına gerilmiş voleybol fileleriydi. Normalden biraz daha yüksekti ama pek de önemsemedim.

“Buradakiler herhalde voleybolu çok seviyorlar galiba?” diye sordum.

Gülmeye başladı. “Bunlar balıkçı ağları,” dedi. “Sular geri gelince, deniz buralara kadar geliyor ve metrelerce yükseliyor. Bu arada meydana gelen akıntı balıkları da sürüklüyor ve balıklar ağlara takılıyor. Sular çekilince de halk bunları gelip topluyor.” Tam bu sırada bir siren sesi duyuldu. Arkadaşım, “sular geliyor” diye bağırmaz mı, geriye doğru koşmaya başladık.

Kısa zamanda deniz seviyesinin nerelere çıkabileceğini hayretler içinde seyrettim. Med-ceziri kitaplardan biliyorduk, ama görmek bambaşka bir şeydi.

O anda Kızıl Deniz’in yarılmasının mutlaka tabii bir olayla açıklanması gerektiğine inandım.

Ve bu konudaki görüşlerimi sizinle paylaşmak istedim.

Moşe ve Aaron’nun önderliğinde yola çıkan milletimizin ilk hedefi, bir an evvel Mısır ordularının ulaşmalarının zor olacağı ‘dost’ topraklara varmaktı. Bir an evvel diyorum, çünkü Moşe ve Aaron Firavun’a sadece üç günlük yolda bulunan bir tapınağa gidip, orada kurban keseceklerini ve dua ettikten sonra geri döneceklerini söylemişlerdi.

Bu dost topraklar ise Midyan, yani bugünkü Suudi Arabistan’ın batısında, Ürdün’ün biraz güneyinde ve Kızıl Deniz’in karşı kıyısında bulunan bölge idi.

Liderlerimiz Midyan’a direkt giden doğu yollarının Mısır ordu karakolları ile tutulmuş olduklarını veya o yollarda Firavun’a sadık kabilelerin yaşadıklarını gayet iyi biliyorlardı.

Sina Yarımadası’nı da ortasından çapraz olarak geçmeleri ve bu yoldan Kızıl Deniz (Akabe Körfezi) kıyılarına varmaları olası idi… Ama bazı yerlerde 800 metreye kadar tırmanmak kafilenin yapısı itibariyle mümkün değildi.

Ayrıca, körfez bazı yerlerde 1300 metreyi bulan derinliklere ulaşıyor. Dolayısıyla nispeten sığ ve geçişin de denizin en daraldığı yerden yapılması gerekliydi.

İngiliz Amirallik Dairesinin yayınladığı seyir haritalarına bakarsak, en ideal geçiş noktasının Tiran Boğazı olduğu anlaşılır. Tiran Boğazı’nın eni o yörede 13 kilometredir. Ancak, bu 13 km’lik mesafe içinde adalar ve bilhassa yan yana dizilmiş mercan kayalıkları vardır. Ayrıca çok kuvvetli esebilen kuzey-doğu rüzgârları bazı yıllarda bölgeyi tamamen sığ ve yürünebilir bir hale getirmektedir. Bu konuda muhtelif dönemlerde yayınlanmış uyarılar da arşivlerde mevcuttur.

Moşe ve Aaron’un Mısır saraylarında eğitim gördüklerini anımsarsak gerek Sina Yarımadası’nın gerekse Akabe Körfezi’nin topografyasını çok iyi bildikleri de kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla yukarıdaki tespitlerimi, her ikisinin de çok iyi bildiklerini kabul etmek gerekir. 

Bu varsayımdan hareketle atalarımızın yürüdükleri yolu haritadan izleyebilmek mümkündür:

Goshen Ovası’ndaki Pi-Ramses yani Ramses şehrinden hareket eden kafile derhal güneye yönelmiştir. Güzergâhı da Sina Yarımadası’nın batısında kalan ve çok az engebeli olan sahil şerididir. Hareket noktasından denizi geçiş mahalline kadar takriben 450 km’lik yolu da takriben 15 günde almış olmaları mümkündür. Atalarımızın gece ve gündüz yürüdüklerini biliyoruz. Ben onların, 24 saat zarfında, ortalama saatte 2 km hızla, 14 saat hareket halinde olduklarını ve 10 saat dinlendiklerini de varsayıyorum.

Mısırlıların, milletimizin denizi geçişten evvelki son kamp kurdukları yere yetişmelerini de şöyle hesaplayabiliriz: Firavun ancak altı veya yedi gün sonra kimsenin dönmediğini fark edebilmiştir. Derhal mevcut tüm savaş arabalarını toplanması emrini vermiştir. (Tora en az 600 arabadan bahsetmektedir). Bunların harekete hazır hale getirilmesi ve destek kıtalarının da tam teçhizatla hareket çıkmaları en az iki günlerini almış olması düşünülebilir. Yani dokuz günlük bir gecikme bahis konusudur.

Aradaki mesafeyi beş-altı günde kapatmaları mümkündü; ancak bölgede çok sık vuku bulan kum fırtınası onları yavaşlatmıştır. (Tora’ya göre bizlerle Firavun orduları arasına duman sütunu girmiş ve orduların görüş imkânlarını sıfırlamıştır.)

Moşe, adaları ortaya çıkaracak kuzey-doğu rüzgârlarının hangi zamanlarda eseceğini de çok iyi biliyordu. Moşe asasını doğuya doğru uzatınca, milletimiz bir süre sonra adeta önlerine bir ‘köprü’nün ortaya çıktığını gördüler. Artık geriye tek kalan o yolu süratle geçmekti. (13 km’yi de beş saatte kat etmiş olmaları mümkündür.)

Özetlemem gerekirse, Moşe ve Aaron, Mısır’dan çıkış projesine başladıkları andan itibaren, halkımızı hiçbir zaman ucu belirsiz bir maceraya sürüklememişlerdir. Tam tersine, yolculuk, en ince noktasına kadar düşünülerek, hesaplanarak, olası güçlükler de göz önüne alınarak planlanmıştır. Zafere bu şekilde ulaşılmıştır.

İşte size, Seder’den sonra tartışabileceğiniz alternatif bir Pesah öyküsü! 

Hag Pesah Sameah!