Barış için sağduyu zamanı

Mois GABAY Köşe Yazısı
19 Mart 2014 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta 2014 yılının en gergin ve sıkıntılı günlerini yaşadık. Karanlık, kendini hafta sonunda göstermeye başlamıştı. Cemaat bireyleri olarak bir seçim propagandasına yine devletin en üst makamları tarafından nasıl ucuz bir şekilde alet edildiğimizi düşüneduralım, salı ve çarşamba günleri aldığımız acı haberler vicdanı olan her insanda travma etkisi yarattı. Hayatının baharında iki genç Berkin ve Burakcan’ın art arda kalkan cenazeleri, içleri öfke dolu kalabalıkların sesi hepimizi derinden etkiledi. İşten çıkarken “Anne merak etme, hızla dönüyorum eve, sen de çıkma, dikkat et, gelip seni ben alacağım” diyeceğimiz günler bir anda geri gelmiş, sağduyu ve masumiyet uzaklarda bir hayalden ibaretti. İstanbul’un göbeğinde “Kapıları açın, kaçın geliyorlar” diye haykıran kalabalıklar, ardından duyulan patlama sesleri ve nefes alınmasını imkânsızlaştıran o ağır gaz kokusu bir daha geri dönmemeyi umduğumuz Gezi Günleri’ni hatırlattı hepimize. Hafta sonuna yaklaşırken ortalık biraz daha sakinleşmiş, acının kalbinde öfke yerini derin bir yasa bırakmış, geriye insanlığı sağduyuya çağıran acılı babaların kulaklarda yankılanan sesleri kalmıştı.

Hafta sonu Purim Bayramı’nı fırsat bilerek, pazar sabahı senede bir iki kez de olsa gitmek için fırsat yarattığım Balat Ahrida Sinagogu’ndaydım. Hahambaşı Rav Haleva’nın dua sonrası yaptığı konuşma hafta başından beri aradığım formül, keşke ülkeyi yönetenlerden de duysak dediğimiz ilaç gibi sözlerdi benim için. Konumuz ne ülke gündemiydi ne de Hahambaşı politik bir konuşma yapmaktaydı. Tartışılan konu “Hem Alaha’dan kopmadan hem de seküler kesimi de bir arada tutup beraber yürüyeceğimiz faaliyet sayısını nasıl arttırabiliriz?” sorusuna aranan bir cevaptı. Dindar olmamakla birlikte ne kendi dinimize ne de farklı dinlere önyargı ile yaklaşmayı hiçbir zaman doğru bulmadım. Din, farklılıklara tahammül ile yaşadığı sürece, sevmeyi, saymayı, birlikte bir yaşamı gösterirdi bizlere. Nereden gelip nereye gittiğimizi sorgulayan kalbimizdeki korkuyu sakinleştirir, ister sinagog ister camide kılınan bir namaz insana kendini iyi hissettirirdi. O zaman insanlar dinden neden korkardı ki? Demek ki asıl mesele din değil, dinin kullanılıp, insanların din adına nefret yoluna sürüklenip, sömürülmesiydi. Hahambaşı Rav Haleva, pazar sabahı geçmiş yıllara oranla daha boş olan sinagogda cemaatin neden ilgisinin azaldığını sorgularken, diğer yandan da ilerisi için birlikteliğe yönelik bir öneri sunmaktaydı. “Barış, uzlaşma ancak her iki tarafın da biraz taviz verip ortak bir noktada buluşması ile olabilir. Amida duası okunurken neden “Ose Şalom” bölümünde üç adım geriye gittiğimizi düşünün. Yeter ki karşı taraf sizin bir taviz verdiğinizi anlasın ve o da bu barışa inansın.” Müşterek bir yol ancak her iki tarafın da bilinçli bir şekilde taviz vermesi ile mümkün olur. Cemaat yönetiminde de bu sağduyunun sesi, Hahambaşı’nın mesajı olumlu etkilerini gösteriyor bir süredir. Pazar günü Purim Bayramı ilk defa tek çatı altında Musevi Lisesi’nde birçok kurumun ortak faaliyeti olarak görkemli bir şekilde kutlandı. Bu yazının size ulaştığı sıralarda Neve Şalom Sinagogu La Scala Oda Orkestrası konseri ile kapılarını ilk defa bir sanat etkinliğine geniş topluma açacak. Geçtiğimiz hafta tarihi bir sinagogumuz gençlerin doldurduğu bir partiye ev sahipliği yaptı. Dini evlilikler artık tıpkı yurtdışında olduğu gibi sadece belli sinagoglarda değil, hupa altında olmak şartıyla farklı mekânlarda da mümkün hale geliyor. Kim bilir Edirne Sinagogu’nu belki orada düğün yapmayı arzu eden bir aile ile açarız? Kendi değerlerimizden kopmadan değişimi sağlamak mümkün, yeter ki her kesim belli tavizleri kabul etsin ve karşısındakine samimi olduğunu hissettirsin. Elinde bir somun ekmek yüreğinde bir çocuğun masumiyeti ile toprağa verdiğimiz gencecik bir can, acının dili, dini, ideolojisi olmadığını hatırlattı bizlere. Evladını genç yaşta toprağa veren bir anne babanın acısına sessiz kalmaya hangi vicdan dayanabilir ki? Aydınlık günler ancak her kesimin sesine kulak veren, kendi fikirlerinden taviz vererek bunu samimiyetiyle hissettiren bir zihniyetle mümkün olabilir. Zamansız ölümler hepimize mesaj vermeli, barış ve sağduyunun zamanı geldi. Hem nasıl demişti Nazım Hikmet: Sen yanmasan, Ben yanmasam, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…