Galileo ve Josef K.

Köşe Yazısı
12 Mart 2014 Çarşamba

David OJALVO


Fransız ressam Joseph-Nicolas Robert-Fleury’nin ‘Galileo Mahkeme Karşısında’ adlı tablosunun fotoğrafı sosyal medyadaki bir paylaşımda dikkatimi çekti. Tablo kasvetli... Galileo siyah kıyafeti, bordo pelerini ile kırmızı ve siyah giyimli engizisyon görevlilerine kendini savunmaktadır. Büyük bilim adamı öne doğru hafif eğilmiştir ve karşısındaki yargıç (papaz veya savcı) ile arkasında muhafız dimdik durmaktadır. Arka planda ise masada oturan, ayakta olan mahkeme üyeleri şaşkınlıkla, hararetle aralarında konuşuyor, fısıldaşıyor gibi.  Tablonun en arka planındaki kalabalığın verdiği izlenimse telaş duygusu... Halk, engizisyon ve Galileo farkı boyutlardadır. Mahkeme Galileo’ya ömür boyu hapis verecektir ve engizisyon doğmalara dayalı otoritesini 18. yüzyıl sonlarına dek korumaya çalışacaktır.

Bize aktarılan, okuduğumuz tarih bilgilerini aklıma getirsem de, tabloya karşılık verebildiğim tepki farklıydı. Kısa ve öz bir yorumum vardı: “Galileo hâlâ mahkeme karşısında.”

Ressamın çalışması zihnimdeki canlılığını giderek pekiştirdi. Nedeni, son dönemde Kafka’nın ‘Dava’ adlı romanını okumamdan kaynaklanıyor. Kitabın giriş cümlesine derinliği zaman armağan etti. “Biri Josef K.’ya iftira etmiş olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmamış olmasına karşın bir sabah tutuklandı.

Galileo bilimiyle dogmalara ters düşmüştü. Takip eden yüzyıllarda bilimin ilerlemesine rağmen, Josef K. neden tutuklandığını öğrenemedi. Kafka’nın kahramanı için daha çok can yakan, Josef K’nın hazin sonu değil, kendisinin neyle suçlandığını bilmemesi, nasıl bir mahkeme düzeniyle karşı karşıya kaldığını çözümleyememesidir. Galileo’yu tarih akladı, yaşadıklarının haksız oluşu tescillendi. Geç gelen adaletin değeri sorgulansa da, sonraki kuşaklar daha adil bir hukuk düzenine kavuşabilirdi; ama ne yazık ki böyle olmadı, olamadı.

Kafka, 20. yüzyılın başındaki adalet anlayışını ‘Dava’ adlı yapıtıyla irdeledi. Sayfa sayfa, Josef K.’nın tutuklandıktan sonraki günlerini okuyoruz. Kahramanın kaldığı evde ve bankadaki durumunu, amcasının davaya yaklaşımını ve önerdiği avukatı, mahkemenin fantastik yapısını, ilişkilerin çarpıklığını ve çözümsüzlüğü… Romanın sonlarına doğru, avukatının Josef K.’ya söylediklerini işaretledim:

Başta size ne tür bir kurtuluş istediğinizi sormayı unuttum. Üç olasılık vardır, yani gerçek anlamda aklanma, görünüşte aklanma ve sürüncemede bırakma (…) Bunu itiraf etmeliyim – gerçek anlamda tek bir aklanmaya bile tanık olmadım.

Günümüzün hukuk sisteminde gelişmeler böylesine karamsar mı ilerliyor? Medyanın yayınladıklarına ne derecede güvenmeli? Özünde birebir tanık olmadığımız olayları yorumlarken nelere dikkat etmeli?  Kulaklarımız hangi haykırışları duyuyor; vicdanımız,  inancımız ne kadar net, ne denli bulanık? Bulgular ve kanıtlar, basından topluma yansırken şeffaf mı, yanlı mı? Günümüzde, Kafka’nın değindiği ‘sürüncemede bırakma’ olasılığı, uzamış tutukluluk sürelerine dönüşmüş gibi. ‘Görünüşte aklanma’ kulağa hiç yabancı gelmiyor.

Kafka’nın romanında ortaya koyduğu ‘şekilcilik’ olgusu da son derece çarpıcı… Şekilcilik, gelemeyen, geç gelen adaletin kozasını örmüş durumda. Kaldı ki daha birçok alanda içerikten ziyade “şekil” önde gelmekte. Oysa içerik ve şekil doğru oranlarda harmanlandığında, etkin bir bütünlük oluşturur. Samimiyetle sahip çıkılan konularda, biçimsellik de hak ettiği konum ve değere kavuşur.

Josef K. ve ona benzer öyküleri taşıyanlar bugün yine aramızda. Kimisiyle hiç karşılaşmadık, kimisi basında yer alıyor; buna inanıyorum. Galileo’nun hâlâ mahkeme karşısında durduğu kadar, Kafka’nın davası açıklığa kavuşturulamadı.  Hukuk, toplumsal varoluşun en temel şartlarından ve vurgulandığı gibi, hukuk herkese lazım. Bu noktada hukuku bencil, bireysel bir ihtiyaç gibi değil, toplumsal açıdan görmeli. Zira adaletsizlik nedeniyle örselenen, tükenen hayatlar, hepimizin yaşamından alıp götürür. Canımız yandığında bunu hissederiz daha çok. Burada da, “Bana dokunmayan bin yıl yaşasın” diye düşünmemeli. Kimse bin yıl yaşamayacak ve dokunulmazlığın garantisi yok. Hatırlayalım. Hrank Dink’in öldürülüşünün ardından “güvercin tedirginliği” dile getirilmişti. Güvercinler Galileo’yu da gördü Sokrates’i de, sayısız nice haksız ölümü, zulmü de… Şimdi güvercin başını yarına çevirmekte kaygı duyuyorsa, ona hak veririm.