Her sene devri beraberinde kendinden menkul bir heyecanı getirir. Çizilen çizgiden medet umulur adeta. ‘Çizginin ertesinde ilk uyanılacak sabah’ tılsımlı bir el tarafından kutsanmış olacak gibi bir beklenti oluşur insanın içinde bir yerlerde. İyi gitmeyen olayların seyri bir bir değişecek, arzulananlar çabasız elde edilecek gibi bir beklentidir bu.
Oysa durum öyle değildir elbette. Değişen bir şey olmayacaktır, insanın kendisi onu değiştirmek istemedikçe, insanın kendisi onu değiştirmek için çaba sarf etmedikçe. Bu gerçek hep tekrarlanır da, her sene devrinde benzer şeyler yaşanır durur.
2013’ün son saatlerinde ben de aynı şeyi hissettim. Senenin tüm birikenlerini düşündüm ve yeni yılın bizlere daha cömert olacağını umarak oturduğum yere iyice gömülüp akan zamanın keyfini çıkartmaya çalıştım.
Ne mümkün! Ülkemde öylesine değişik şeyler yaşanmıştı ki, bunların yeni seneye olacak yansımalarını hayal etmek bile huzurumu kaçırtmaya yetti. Siyaseti bir yana bırakacak olursak - ki onun etkilerini yok saymak artık olası değil - sosyal olarak tükenmişlik sendromu yaşar bir duruma geldik. Etraf toz duman, tüm köprüler ağır hasar görmüş, insanlar kendi doğrularına göre davranıyor, kendi doğrularına göre hükmediyorlar. Kim kiminle belli değil… Kaos durumu bireyleri içten içe kemiriyor ve doğru düşünme ve karar verme yetilerine ipotek koyuyor. Güven ortamı kalmamış… Ne gazetelerde okunanlara, ne televizyonlarda söylenenlere itibar etmek mümkün değil. Hangi haberin doğru olduğu, hangisinin maksatlı olduğunu ayıklamak çok zor. Her yer tıkanmış, yol alınamıyor.
Her şey iflas etmiş gibi. Sisteme olan güven ağır yara almış. Bireysel davranışlar toplumsal sağduyunun önüne geçmeye başlamış. Rasyonel düşünce, ortaçağ bağnazlığı ile nafile bir savaşa girişmiş. Aydınlık adına yapılan bu savaş toplumun bir kesimi tarafından endişe ile izleniyorken, diğer kesimi olanları yorumlamaktan aciz veya en azından yorumlamaya isteksiz. Böylesi bir yorumlama çabasının getireceği sonuçları karşılamak, zaten o kesim için kolay olmayacak.
Ortada artarak giden bir sıkıntı var ve siyaset bu sıkıntıyı çözemiyor algısı yayılıyor. Sıkıntı toplumun iliklerine işlemeye başlıyor. Kalıcı olması halinde oluşturacağı etkileri gidermek çok zaman alacak, kesin. 2023’teki yüzüncü yılına doğru yelken açmış Türkiye’nin hak ettiği elbette bu değil. Toplumsal sağlığı geri getirecek, içinde bulunduğumuz bu ruh hali olmasa gerek...
Tarihçi Bernard Lewis kitaplarının birinde , üzerinde yaşamakta olduğumuz coğrafyanın önemli bir özelliğinin “sorunların kaynağını dış etkenlerde aramak” olduğunu söyler. Başarısızlıklar ile yüzleşmek yerine bin bir komplo teorisi üretmek, gerçeklerden kaçılması adına, beceriksizliklerin başkalarına ciro edilmesi adına biçilmiş kaftan.
Ülkemde de böyle oluyor. Tüm sıkıntıların ortasına değişik mihraklar oturtuluyor: Faiz lobisi, Yahudi Diasporası, İsrail lobisi tarafından yönlendirilen Amerikan sermayesi, uluslararası basın, derken Yahudiler, Museviler. Kavramlar karışıyor, kafalar bulanıyor. Protokollerin 2014 versiyonu adeta… Uluslararası Yahudi komplo teorisi sütunlarda boy gösteriyor, kanalların tartışma programlarını işgal ediyor.
Bir genç, ‘Yahudi olma gerekçesi’ ile tartaklanıyor… Bu haber basının hiçbir kademesinde hak ettiği yeri bulmuyor, sıradan bir olay olarak gözler önünden akıp geçiyor. ‘Yahudi’ hızla kötü olanla özdeşleştiriliyor ve bir yafta haline getiriliyor. Toplumsal kutuplaşmanın malzemesi oluyor. Çöken mutabakatın nedeni olarak gösterilmek isteniyor. Önemli bir dönem yaşanıyor.
Yazılacak fazla bir şey yok: Yeni yıla, 2013 ile 2014 arasında asılı kalan birçok olaya sihirli bir el değer umudu ile bile girebilmek hoş olmaz mıydı?