Etrafta yolunda gitmeyen bir dolu şey var. Kavga, itiş kakış, yolsuzluk diz boyu. İnsanlar bir koşuşturma içinde oraya buraya savrulup dururken neleri devirdiklerinin ya da neleri ıskaladıklarının farkında olamıyorlar. Yarınların korkusu telaşı, tedirginliği tetiklerken yuvarlanıp gidenler stres içinde neyi ne zaman yapmaları gerektiğini, neyi nasıl yapmaları gerektiğini düşünemiyorlar bile. Kendilerini dengesizliğin, mutsuzluğun kucağına salıveriyorlar. Benliklerini karamsarlığa teslim ediveriyorlar.
Gazeteler sayfalarını, televizyonlar haberlerini böylelerinin neden oldukları dramlara, felaketlere açıyorlar, bazen abartırcasına. Kendini bunun nedenlerini anlamaya adamış bilim insanları olayları yorumluyor, yüzlerine ciddi ifadeler takınarak anlatmaya başlıyorlar, uzun uzun. Kendilerine sorulan anlamsız birçok soruya, adeta yüksek felsefe yaparak cevap veriyorlar.
Cehaletle bezenmiş sevgisizlik! Uzun programlara, sayfalara yayılan yazıların temeli basit bir şekilde, bu!
Sevgiyi nasıl tanımlamak gerekir diye düşündüm. Sevgi, şefkattir, saygıdır, fedakârlıktır, önemsemektir, hoşgörüdür, sıcaklıktır, samimiyettir, birbirini anlamaktır. Sevgi, insanın kendisini bu yönde eğitmesini, çaba harcamasını gerektirir.
“Müziksiz Evin Konukları” piyesini izlerken bunları düşündüm durdum. Nedim Saban oyunu öyle bir tempoda kurgulamış ki, izleyiciyi kasmadan, bunları söyletiveriyor. Toplumdaki olumsuzluklara bakıyorsunuz: Soğuk, sevgisiz, saygısız ortamların ürettiği çarpıklarla karşılaşıyorsunuz.
Adi olayları bir yana bırakın, normal olarak tanımlayacağınız insanların birbirlerine nasıl davrandıklarını; Kadın – erkek ilişkilerinin nasıl geliştiğini, toplum tarafından nasıl değerlendirildiğini, hangi bağnazlıkla algılandığını; insanların saf inançlarının bundan rant elde etme hevesi içinde olanlar tarafından nasıl sömürüldüğünü; ortamı ne olursa olsun çıkarların, hırsın, kıskançlığın insanları nasıl yoldan çıkardığını, onları nasıl cüretkâr yaptığını görüyor, duyuyorsunuz. Sevginin zayıflık olarak algılandığı, fedakârlığın enayilikle, önemsemenin vazgeçilmezlikle bir tutulduğu dünyalarda elbette, samimiyete, şefkate yer yoktur.
Peki, bizler böyle bir ortamda mı yaşıyoruz? İlişkilerimizde, önyargılardan uzak, diğerlerine saygılı mıyız? Cinsel tercihi değişik olanlara, ya da değişik ırklara, değişik düşüncelere, değişik önceliklere nasıl yaklaşıyoruz? Yabancı olanı nasıl görüyoruz? Neden ailede şu veya bunla bir çekişme, bir kavga içindeyiz? Neden hırslarımıza gem vurup işyerinde verimli çalışma ortamları oluşturamıyoruz? Küslük neden?
İnsanı anlamak kolay değil. Aynı karakter içinde hem sevgiyi hem de kin ile nefreti barındırma potansiyeli başka hiçbir canlıda yok. Bencillikle yoğrulan nefretin sevgi üzerine hâkimiyet kurması elbette daha kolaydır. Onun beslenmek için çok fazla bir şeye gereksinimi yok. Sevgi ise kırılgandır. Korunmaya, özen gösterilmeye ihtiyacı vardır. Onu elde tutmak zordur belki ancak yarattığı mutluluk paha biçilmezdir.
Ne diyelim? Sevgi ile kalın!