Milgram Deneyi’nden yarım asır sonra otoriteye itaatin tehlikeleri üstüne düşünceler…

Mois GABAY Köşe Yazısı
11 Aralık 2013 Çarşamba

1961 yılında Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram, insanların otorite sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir dizi deneyler başlattı. Deneylerde kullanılan metot ve bu deneyin Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın Kudüs’te yargılanmasından üç ay sonra başlaması o dönem birçok eleştiriye sebep olmuştu. Gazete ilanları ile bulunan deneklerden birisine öğretmen, diğerine de öğrenci rolü verilmekteydi. 20-50 yaş arası ve her eğitim düzeyinden seçilen deneklere “öğrenmede cezanın etkisi” hakkında bir deneye katıldıkları belirtilip, kimin öğrenci kimin de öğretmen olacağı rastgele seçilmekteydi. Deney, öğretmenin öğrenciye sözcük çiftlerinden oluşan bir liste okuması ile başlıyordu. İkinci safhada öğretmen sözcük çiftlerinden birini okuyacak ve ardından öğrenciden diğer sözcüğü doğru hatırlaması için dört şık verecekti. Bu noktada öğretmen ve öğrenci farklı odalarda bulunacak, öğrenci bir elektrikli sandalyede oturacak ve birbirlerinin sadece sesini duyabilecek ancak göremeyeceklerdi. Öğrenci verilen her yanlış cevapta öğretmen tarafından uygulanan ve giderek artan bir elektrik şokuna maruz kalmaktaydı. Deney öncesinde de 45 voltluk bir elektrik şoku öğretmene uygulanarak verilecek cezanın neye benzediği hakkında bir fikir verilmekteydi. Bilinemeyen her soru için öğretmen otomatik olarak elektriğin voltajını arttırmak ile yükümlüydü. Bu noktada pek çok denek,135 voltta durup deneyin amacını sorgulamaya başlıyordu. Denek eğer bir durdurma eğilimi gösterirse, kendisine sıra ile “lütfen devam edin, deney için devam etmemiz gerekiyor, başka seçeneğiniz yok” gibi dört aşamalı sözlü uyarılar yapılmaktaydı. Bazı denekler diğer odadan gelen acı dolu çığlıkları duyduğunda sinirli bir şekilde gülmeye başlıyor ve aşırı streste olduklarını gösteren davranışlarda bulunuyordu. Voltajın arttırılmasından bir süre sonra öğrenci olan denek önce kalp rahatsızlığını hatırlatıyor, aradaki duvarı yumruklamaya başlıyor ancak bir süre sonra ses kesilip sadece çığlıklar duyuluyordu.

Gerçekte deneydeki öğrenci profesörler tarafından seçilmiş bir aktördü. Her seferinde her iki deneğe de kura ile öğretmen kâğıdı çektirilip aktörün otomatik olarak öğrenci olması sağlanmaktaydı. Deneyin sürümlerinden birinde öğrenci öğretmene mutlaka önceden kalp rahatsızlığı olduğunu da belirtiyordu. İşbirlikçi aktör, yan odaya geçtiği zaman ise gerçek bir tekerlekli sandalye yerine elektroşok makinesi ile bütünleştirilmiş bir ses kayıt cihazını devreye sokuyordu. Bu cihaz da, her şok seviyesi için önceden kaydedilmiş sesleri çıkartıyordu. Milgram’ın deneyinin sonuçları önceden sanılanın aksine, toplumsal psikoloji üstüne şaşırtıcı sonuçlar vermekteydi. İlk deneklerden yüzde 65’inin epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da en yüksek gerilim olan 450 voltu uyguladıkları görüldü. Son şokları uygulamayı reddeden katılımcılardan hiçbiri ne deneyin kendisinin durdurulmasını talep etti, ne de izin almadan odayı terk ederek kurbanın durumunu kontrol etti.  Deneyin ilginç sonuçlarından birisi de gözlemci profesörlerden birinin diğerine deneklerin duyacağı şekilde “artık durduralım mı” gibi bir söz söylendiği anda, aralarında bir anlaşmazlık çıkması ile deneklerin daha hızlı durdurma kararını vermesiydi. Otoritenin sarsılması ile denekler itaate başkaldırı gösterebiliyordu. Genel olarak kurbanın ortamdaki varlığı arttıkça itaatin azaldığı, otoritenin varlığı arttığındaysa itaatin yükseldiği de deneyde gözlemlenen olgulardan birisiydi. Katılımcılardan alınan geri bildirimler, bu etkinin bazılarının hayatında ciddi değişiklikler yarattığını da göstermekteydi. Deneyden altı yıl sonra Vietnam Savaşı döneminde Milgram’ın savaşa katılmayı reddeden eski bir denekten aldığı mektup bunun bir göstergesiydi. John Kennedy gibi çok ünlü suikastlarda da iki tetikçi kullanılıp, birinin son anda vicdanının sesini dinleyip ateş etmez ise, ikinci tetikçinin devreye girmesi ve masum olanın öldürülmesi de yine Milgram deneyinin hayatımızdaki yansımalarının bir göstergesi değil miydi?  Milgram deneyinin katılımcılarından aktivist Joseph Dimow ise “Yahudi Dünyası” adlı sitesinde Milgram’ın kendi kişisel deneyiminden yola çıkarak deneyi farklı bir bakış açısı ile eleştirmekteydi:

“Deneyin amaçlarından biri olarak Nazi dönemindeki Almanlar gibi Amerikalıların da ahlak dışı emirlere itaat edip etmeyeceğini görmek için yapıldığından yana kuşkularım var.” Milgram ise “Otoriteye İtaat” isimli kitabında deneyin amaçlarından birinin “Nazi döneminin o çok lanetlenen itaat şekilleri ile laboratuvarda yapılan deney arasındaki ilişkiyi” izlemek olduğunu açıkça belirtmişti.

Aradan elli yıl kadar geçmiş olmasına rağmen Milgram deneyi halen ilk günkü sıcaklığını koruyan, üstünde uzun süre düşünmemiz gereken bir tehlike olarak yerini korumakta. Günümüzde de etrafımızda yaşanan bir sürü insanlık dışı olayda insan psikolojisinin baskı altında otoriteye nasıl boyun eğdiğinin ve haksızlığa karşı tepkide ne kadar geç kalındığının acı örneklerini görmekteyiz. ALEF tiyatro grubu gençlerinin geçtiğimiz yıldan beri titizlikle üstünde çalıştıkları ve konusu ile bir ilk özelliği taşıyan  ‘Dalga’ isimli oyununu tanıtmadan evvel sizleri bu konuda düşünmeye davet etmek istedim. Sizce de kendi başlarına sıradan addedileceğimiz insanlar, bir otoritenin baskısı altında korkunç bir yok etme makinasının bir parçası olabilirler mi? Saf otoritenin gücü vicdani duygular ile savaşında her zaman kazanan mıdır? Hayatımızın her safhasında kendimize sormak zorunda olduğumuz “vicdan” sorusundan yola çıkarak ezberlerin dışında bir oyunu Alef Gençleri 19 Aralık’ta bize sunacaklar. Oyunun konusunun sürpriz kalmasını umut ederek, sizlere yukardaki gibi bir deneyin gerçek öğrencilere uygulandığını söyleyebilirim. Acı bir sonla bitecek oyunda, öğrencilerin ve öğretmenin vicdanlarına tekrardan geri dönmelerini izlemek tüylerimizin diken diken olmasına neden olacak. Ciddi bir oyunculuk sınavı verecek olan yönetmen Ferit Kohen ve tüm ekibe bu duyguyu verebilmek adına çok görev düşüyor. İtaatin üstümüzde yarattığı tehlikeleri hayatımızın her anında çalıştığımız iş yerinden, yaşadığımız topluma kadar yaşayabilmekteyiz. Peki, hangimiz vicdanımızın sesini dinleyip sessiz çığlıklara rağmen, karşımızdaki acı çekmeden başkaldırabiliyoruz? Milgram’ın deneyinden yarım yüzyıl sonra otoritenin emrine vicdanımıza ters düşmesine rağmen ‘teslim olmama’da bir aşama kaydedebildi mi insanoğlu? Gelin bu sorunun cevabını oyun boyunca düşünelim, hayat bizi yeni bir vicdan sınavından geçirmeden evvel, otorite ile vicdanın sınavından kim galip çıkacak beraber izleyelim. 19 Aralıkta görüşmek dileğiyle…

 

Notlar: Dalga oyununun diğer oyun günleri ve biletler için Alef ile temasa geçebilirsiniz. Milgram deneyi ile ilgili olarak 1979 yapımı Yves Montand’ın oynadığı “I comme Icarré” filmini izlemenizi de tavsiye ederim.