Ne güzeldir tiyatroda Çehov izlemek

Köşe Yazısı
4 Aralık 2013 Çarşamba

David OJALVO


Kısa öyküleri ve tiyatro oyunları ile tanınan usta yazar ve doktor Anton Çehov’a 1897’de verem teşhisi konduktan sonra, yazar Kırım Yalta’ya yerleşir. Camus, Bronte, Kant, Lawrence, Schiller, Maugman, Voltaire ve Kafka gibi Çehov da ‘ince hastalıktan’ hayatını kaybedecekti. 1901’de aktris Olga Knipper ile evlenir ve Knipper, evliliğin ardından oyunculuk kariyerini Moskova’da sürdürür. Oldukça hasta ve yalnız kalan Çehov, hayatının son yıllarında en ünlü oyunlarını yazar. 1899’da ‘Vanya Dayı’, 1901’de ‘Üç Kız Kardeş’ ve 1904’de ‘Vişne Bahçesi’. Olga Knipper, ‘Üç Kız Kardeş’in’ Maşa’sını, ‘Vişne Bahçe’sinin’ Madam Ranevskaya’sını canlandırırken, Çehov’la mektuplaşmayı sürdürdü. Knipper’in evliliğine sadakati tartışma konusu olarak bugüne dek süregeldi ve Wanda Bannour’un biyografi romanı bu dönemden incelikli bir kesit sunmakta.

20. yüzyıla geçiş, acılarıyla beraber tarihin en canlı ve renkli dönümlerinden biri. Çehov’un oyunlarının bu zamana tuttuğu ışık oldukça zarif. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, ‘Sevgili Doktor’ ve ‘Vişne Bahçesi’ni’, Devlet Tiyatroları ise, ‘Üç Kız Kardeş’i’ ve yazarı konu alan bir oyunu, ‘Çehov Makinesi’ni’ bu sezon sahnelemekte.

***

‘Sevgili Doktor’ tiyatronun usta isimlerinden Neil Simon tarafından sahneye uyarlandı. Çehov’un kısa öykülerinden derlenen oyun, oldukça eğlenceli ve dinamik. Tiyatroda mizah izlemeyi seçenler için, ‘Sevgili Doktor’ ideal öneri.

Şehir Tiyatroları’nda izlediğim ‘Vişne Bahçesi’ ise hayal kırıklığı yaratıyor. Kültürel birikim düşünüldüğünde görülmesi gereken önemli oyunların başında gelir bu oyun. Sınıfsal değişimin yansımaları çarpıcı ve günümüz toplumuna dair çekirdek elementler dikkati çekiyor. Feodal düzenin son duvarları yıkılırken, köleler özgürleşirken, artık yeni bir yapılanma vardır. İnsanoğlunun zaafları yerinde durmakta ve ‘yeni’ düzen, eskisinden esinlenmektedir. Günümüzde sınıfsal yapılanmanın üzerinden silgiyle geçilmiştir ve izler oradadır. Açılan, tam anlamıyla yeni ve temiz bir sayfa olamadı. Belki de bu insanoğlunun doğasını medenileştirme ve iyileştirmekteki yetersizliğinden kaynaklanıyor. ‘Vişne Bahçe’sinin’ düşünsel yönünü, karakterlerini sevdim. Oyunun akışı, makyajı ağırdı ve sahnenin kullanımı çok daha iyi olabilirdi.

Özellikle oyunculuğundan ötürü ayakta alkışladığım Çehov eseri ise, ‘Üç Kız Kardeş.’ Özlem, imkânsızlıklar, tükeniş, yalnızlaşma bu oyunda içtenlikle anlatılmış. O kadar güçlüydü ki, üç kız kardeşin dönmeyi arzuladığı baba evi, Moskova sembolik bir boyut kazanıyor. İzleyicinin de içinde artık dönemeyeceği bir Moskova canlanıyor. Gerçekleşemeyen hayaller, mutsuz evliliklerin gölgesinde kalan aşklar, yaşanmaya mecbur kalınan hayatlar ve ‘değişimin’ ancak hayal kırıklıkları getirmesi. Büyük yangının ardından, oyunun son perdesinde sararmış ve küle dönmüş yaprakların arasında, subaylar üç kız kardeşin yaşadığı küçük kenti terk ederken, ıssızlığı ruhunuzda duyuyorsunuz. Gitmenin mi yoksa kalmanın mı daha zor olduğuna dair aşık atamayacağınız andır, o an. Satırlarım sıkıcı ve iç karartıcı bir oyun çağrıştırmasın. ‘Üç Kız Kardeş’te’ oyunculuk ve duygular görkemli. Kimi izleyicinin de içinde dönemeyeceği bir Moskova olabilir ve bunun karşılığı en azından benim için umutsuzluk değil.

***

Bu sene birçok ödüle layık görülen ‘Çehov Makinesi’ni’ henüz izleyemedim. Oyunun programda yer alacağı zamanı bekliyorum. Her Çehov yapıtında, yazara dair biyografik romanı anımsıyorum; özellikle Olga Knipper’in ona duyduğu aşkı anlatışını. Saf ve yoğun duyguları tarif etme çabası, hep yetersiz kalacaktır. Gönül gözüm kamaşıyor desem, yine bir noktaya kadar. Öncesi ve sonrası ise, nafile…