Karizmatik liderden hastalıklı adama

Marsel RUSSO Köşe Yazısı 0 yorum
17 Temmuz 2013 Çarşamba

18 Temmuz 1944: Genç bir Alman subayı, Philipp Von Boeselager emrindeki 1200 süvari ile Berlin’e giriyor. Bir tek kendisine tebliğ edilmiş görevi heyecan verici. İki gün sonra Hitler’e yapılacak suikast sonrası başkentte önemli bazı binaların kontrol altına alınması emri ile yetkilendirilmiş. 

20 Temmuz 1944: Doğu Cephesi karargâhındaki toplantı masası altına ustaca konmuş bomba yüklü çanta tam zamanında patlıyor. Gelin görün ki, tarihin en eli kanlı diktatörlerinden birini hedef alan bomba kendisini bir kez daha teğet geçiyor. Bu Hitler’in hayatına kasteden ilk suikast girişimi değildir, ancak şüphesiz en ses getireni olacaktır.

Toplumlar kendilerini uçurumun dibinden alacak ve refaha çıkartacak liderleri bulmada bazen sabırsız davranırlar. Kendilerini böylesi görevlere layık gören insanlar ise varlıklarını cömertçe sergilerler ki, herkes onları fark etsin, görsün, fikirlerinden haberdar olsun. Toplumla liderin karşılaşması, tıpkı avlayan ile avlananın karşılaşması gibi gizem dolu ve heyecan vericidir. Ardı ardına gelişen olaylar, bu olaylar karşısında liderin geliştirdiği söylem ve eylemler, toplumları belli bir süre sonra onun ayaklarının dibine iter. Bunun farkında, lider, toplumdaki bireylerin – en yakın çalışma arkadaşları dahil olmak üzere – kendisine karşı gelmelerine, soru sormalarına, alternatif politikalar üretmelerine hiç sıcak bakmaz ve bunu kendi otoritesine bir başkaldırı olarak algılar. Ve işte o zaman lider ile toplum arasındaki bağlar çatırdamaya başlar, geri dönüşsüz bir sürecin pimi çekilmiş olur.

Alman toplumunun ilk büyük savaşta kırılan onurunu tamir etmek, halkı ekonomik buhran yıllarında içinde düştüğü tarifsiz sosyal bataklıktan çekip almak için, önce iddiasız, ancak halkın kendisine verdiği artan destekle, daha sonra planlı ve programlı bir siyaset izleyen Hitler, böylesi bir suikastı hak etmek için ne yapmıştı?

Hitler, Nazi Partisi’nin misyonerlik ile taçlandırdığı siyasetini iki önemli temel üzerine oturtur: Yahudi nefreti ile Alman ırkının tek bayrak altında, tek ülkede toplanması fikri. Bunun birincisi Alman İmparatorluğu’nun ve buna bağlı ülkelerin Judenfrei – Yahudilerden arındırılmış olmasını gerektiriyordu. İkincisi ise, Alman ulusuna daha çok yaşam alanı talebini içeriyordu ve bu doğudaki toprakların alınması demekti… Daha sonraki yıllarda yürütülecek “savaş içinde savaş” işte bu hedeflerin tamamlanması adına olacaktı.

Ancak işler istenildiği gibi yürümedi. Yahudiler etkin bir şekilde ortadan kaldırılamadılar ve Rusya ile girişilen toprak mücadelesinde, “General Kış” Alman ordularını teslim aldı. Halkın Hitler’in kararlarını eleştirmeye başlaması, orduların yenilgi ile tanışmaları, kentlerin düşman uçaklarınca acımasızca bombalanması, savaşın getirdiği yıkımın gündelik hayatın kıvrımlarını ele geçirmesi ile eş zamanlı oldu. Askeri danışmanlarının doğu cephesinin geri çekilmesi yönünde yaptığı tüm telkinlere rağmen, Hitler direndi… Savaşın kötü seyri depresif kişiliğini daha da saldırganlaştırdı… Gitgide paranoyak bir hal aldı. Orduların geri çekilmesini tavsiye eden generalleri tasfiye etti, hatta öldürttü… Etrafında bir tek şakşakçıları kaldı.

Suikast girişimine katılanlar Hitler’siz bir Almanya’nın Amerikalılar ve İngilizlerle anlaşmaya oturacağını umuyorlardı. Böylece Almanya’nın korkunç sona düşmesi bir nebze de olsa engellenecekti. Savaşın seyri, neticede, Ruslara mahkûm olunacağı izlenimini - uzun zamandır - vermekteydi. Barış için Stalin ile masaya oturmak resmen beterin beteri olacaktı.

Ancak Walkyrie girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.  Birçok insan, dolaylı veya doğrudan bu işe bulaştıklarından ya kurşuna dizildiler ya da intihara zorlandılar. Hitler daha da içine kapandı, şüpheciliği daha da arttı. Kendini rakiplerine karşı bir zafer kazanmış addediyordu. İnancı sabitti: Kendisine karşı gelenler gerçeği görmüyorlardı. “Ruslar, batıdan gelecek kuvvetlerin takviyesi ile güçlenecek Alman orduları önünde, gerçek bir hezimete uğrayacaklardı.”

Suikast girişiminden sonra etrafındaki kimse onu derin uykusundan uyandıramadı ya da uyandırmaya cesaret edemedi. 30 Nisan 1945 tarihine gelindiğinde Almanya tükenmişti. Şakağına kurşunu sıkmadan önce, Eva Braun ile odasına çekildiğinde, lider, kim bilir neler düşünüyordu? Yaptıklarından pişman olmadığı bıraktığı mirastan kendini ele veriyordu. Irka dayalı sistemin devamını istiyor, Ari ırkın yaşamı için savaşın mutlaka kazanılmasını emrediyor, bunun da dünya Yahudi’den tamamen temizleninceye dek devam edeceğini ifade ediyordu.

Son tahlilde, Hitler’in Alman toplumu ile olan ateşli dansı sona ermişti. Seneler önce onun çekim alanına girmiş birçoklarının Nürnberg Mahkemelerinde verdikleri tanıklıklar, toplumun liderine nasıl iflah olmaz bir tutku ile bağlandığını ve yaşantısını nasıl ona mahkûm kıldığını anlatacaktı. Karizmatik bir liderden hastalıklı adama geçiş çok can almıştı.

 

 

1 Yorum