Gezi ve katılımcı demokrasi…

Gazetemizin geçen haftaki manşetinde de ifade edildiği gibi üç hafta boyunca Gezi’ye kilitlendik. Bir yandan dakikası dakikasına televizyon haber ve yorumlarını izlerken, diğer yandan gözlerimiz Twitter ve Facebook mesajlarından kopamadı. Türk demokrasisi sınıf atladı derken Cumartesi günü saat 20.55’de başlayan olaylarla sarsıldık.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
19 Haziran 2013 Çarşamba

Üç hafta boyunca aklımız, gönlümüz hep Gezi Parkı’ndaydı. Plebisit, Y kuşağı gibi pek çok yeni kavramla içli dışlı olduk, yeni bir sözlük oluşturduk. Olayları izlemek için önce Halk TV, sonra CNN İnternational’a sarılanlar Christiane Amanpour’un “Gösteri bitti” fırçasına şahit oldu.

Kıl payı ‘sessiz kuşak’ın dışında kaldığıma sevinirken 68 kuşağının bir mensubu olarak o yıllarda yaşanan hayal kırıklığının nedenini ancak 40 yıl sonra kavradım: “68 kuşağı tüm halkların özgürlükleri için savaşırken Y kuşağı kendi özgürlüğü için mücadele ediyordu. 68 kuşağı idealist, 90 kuşağı gerçekçiydi.

Sonra bu 90 kuşağının homojen bir kitleyi temsil etmediğini, pek çok farklılıkları aynı potada erittiğini anladım. Benim kuşağım müdürüne, yöneticisine, amirine söylemek istediğini hep içinde sakladı, yuttu, yutkundu, sesini çıkarmadı. Bu suskunluğumuzu iş yaşantımızda, sosyal hayatımızda hep bir erdemmiş gibi değerlendirdik. Oysa apolitik diye bilinen Y kuşağı korkmadan, çekinmeden polisine, valisine, başbakanına görüşlerini iletmekten çekinmedi, hem de kimi zaman dalga geçerek, kimi zaman olağanüstü bir mizah anlayışı ile.

Üç hafta boyunca çoğumuzun evinde, her gece saat dokuzda başlayacak destek eylemi için, tencere-tava pencerenin yanı başında hazır ve nazır bekletildi. Ses kirliliği mi yaratıldı? Şikâyet edene rastlamadım, ancak caddemizin arkasındaki açık alana, nerdeyse bitişik nizam görüntüsünde dikilen üç dev beton yığınından oluşan rezidansın gece yarılarına kadar süren inşaat gürültüsüne ve halen de havalandırmanın çıkardığı ses kirliliğine karşı sayısız başvurulara rağmen resmi makamlar hep ilgisiz kaldı. Tüm İstanbul’un bu acınası durumda olduğunu belirtmeye gerek yok sanırım…

Alman piyanist David Martello’nun Cumhuriyet Anıtı’nın yanı başında yağmurlu havaya rağmen 13 saat boyunca verdiği resitali ne yazık ki yerinde izleyemedim. YouTube’daki video filmi karşısında ise tüylerim diken diken oldu. Atatürk’ün mirası olan ‘muasır medeniyetler’ yolunda ilerlediğimizi bu görüntüler ile tüm dünyaya kanıtladığımıza olan inancım pekişti.

Bir tweet mesajında şöyle yazıyordu: “yetti artık, spora gidiyorum”. Doğru, bu üç hafta boyunca Türkiye yoruldu. Yürüyorum, Taksim’de değil Maçka’daki ‘Demokrasi Parkı’nda. İstanbul Belediyesi Parklar ve Bahçeler Müdürlüğü’nün gerçekleştirdiği yeni düzenlemeden sonra bu yeşil alanı ziyaret etmenizi öneririm. Toprak zemin yürüyüş parkuru, çocuk parkı, fitness aletlerinin yer aldığı iki ayrı bölüm, çimen, çiçek ve ağaçları ile insana huzur veriyor.

Beşiktaş İnönü Stadyumu’ndan yukarı doğru açılan ve iki yanı yeşil alan olan vadi sanki İstanbul’un tek nefes alabildiği yerdir. İstanbul’un akciğeridir. Bu alanın Maçka tarafında Demokrasi Parkı’ Taksim tarafında ise Mete Caddesi geçildikten sonra ‘Gezi Parkı’ yer alır.

Çocukluk anılarımda ‘Gezi Parkı’nı Divan Oteli’nin bulunduğu tarafa bağlayan köprüsü ve hayvan heykelleri ile anımsıyorum. Hangi çocuk o bronz heykellerin üstüne çıkıp resim çektirmezdi ki? Uzun yıllar Mete Caddesi’nde bulunan yazıhaneme girmeden önce bu parkta oturup ağaçların gölgesinde kısa bir süre soluklandım. Gündüz tinerciler ve hayat kadınları ortalarda pek görünmediklerinden tedirginlik duymazdım.

Gezi Parkı artık ‘Özgürlük Parkı’na dönüştü ve karşı yamaçtaki ‘Demokrasi Parkı’ ile kucaklaşacağı günleri bekliyor. Ben o parkın aslına dönüştüğünü, ağaçlarında kuşların cıvıldadığını, hayvan heykellerinin yeniden eski yerlerini aldığını düşlüyorum.

Mesaj alındığına göre gereğinin de yerine getirileceğine, makul bir çözüme ulaşılacağına inanıyorum.

 

NOT: 5 Haziran tarihli “İran’da yaşam ve seçimler” başlıklı yazımda seçim sonuçlarıyla ilgili fena halde yanılmışım. Gerçi herkesin görüşü reformcuların toplumda bir dalga oluşturamayacağı şeklindeydi. Hayırlı olsun!