Ortak acımızdan 10 yıl sonra ‘Birlikte yaşama bir çağrı’ “Buradayız” demek için 15 Kasım doğru zaman!”

Bizde neden olmasın?

Mois GABAY Köşe Yazısı
3 Nisan 2013 Çarşamba

Türk Hava Yolları’nın İstanbul-Paris seferi yapmakta olan uçağındayım. Bir tarafımda Le Monde gazetesi diğer tarafımda Hürriyet, aşkın şehrine doğru bir iş seyahatindeyim. Tek eksik Şalom gazetesi, birkaç satır karalamak için en uygun ortam kimi zaman yerin millerce fit yüksekliği olabiliyor.19 Mart tarihli Le Monde gazetesinin ön sayfasında “Merah’tan bir yıl sonra, ‘birlikte yaşama çağrı’ başlıklı haber gözüme çarpıyor. Toulouse’da yaşanan terör olayından bir yıl sonra önde Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande arkasında hahamlar, papazlar, imamlar ve tüm halktan kalabalık ‘beyaz yürüyüş’ adını verdikleri toplu bir anma gerçekleştirmişler. Daha evvel katliamda ölen Müslüman ve Yahudiler ayrı ayrı anma yaparlarken bu sene Hollande özellikle tek bir anmanın yapılmasını arzu etmiş. Törendeki konuşmasında Cumhurbaşkanı Hollande, Proust, Gide, Camus’nun yeşerdiği bu topraklarda açık bir şekilde Fransa’nın bakış açısını ortaya koyuyor: “Eğer bir Yahudi bu ülkede en ufak bir hakarete uğrarsa bu ayıp tüm Fransa’nındır. Laiklik inanç özgürlüğü demektir ve bu tüm inançlar için geçerlidir. Burada hep beraber adalet ve saygı çerçevesinde uyum içinde yaşama isteği ile toplandık.” Gazetenin iç sayfalarında Toulouse cemaatinin yaşadığı travma satırlara dökülüyor. Geçen zamana, okulun isminin değiştirilmesine rağmen, kimileri ülkeyi terk etmiş çoğu çocuk ise arkadaşlarının öldürülmelerini daha dün gibi hatırlıyor. Orada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu haberi okuduğumda ilk olarak aklıma 15 Kasım 2003 günü yaşadığımız travma geliyor. Birbirimize itiraf edemesek de yakın geçmişimizde halen atlatamadığımız bir korku her an yakamızda. “Acaba bir daha olur mu?”sorusunun verdiği tedirginlik ile seneler geçiyor. Devlet büyükleri yurtdışına yerleşmiş azınlıkları geri dönmeye davet ededursun, birçok yaşıtımın bu ülkeden gidişinde 15 Kasım travmasının etkisini biliyorum. Bir an için gözlerimi kapatıyorum ve pespembe bir rüyaya dalıyorum.  Bu yıl ilk kez 15 Kasım anmalarının onuncu senesinde en önde devlet büyüklerimiz arkada cemaatimizden binlerce kişi ve toplumumuz Şişli Beth-İsrael Sinagogu’ndan Neve Şalom Sinagogu’na “buradayız” demek için yürüyoruz. 1920’lerde yaşanan Elsa Niyego vakasından beri bir ilk yaşanıyor ve hep sessiz olan biz Yahudiler toplumunun sağcısından, solcusuna her kesimi ile beraber “beraber yaşamak ve teröre dur demek” için kol kolayız.

Rüyadan uyandığımda Paris sokaklarında turluyorum. İlk durağım Fransız Yahudilerinin ağırlıklı olarak yaşadığı ‘Marais’ semti oluyor. Birkaç sene evvel geldiğim semtteki kaşer lokantada yediğim falafelin tadı damağımda kalmış. Rastgele yoldan geçen birine Yahudi mahallesini sorunca hiç çekinmeden hemen gösteriyor. Mahallenin tümü tabelalarında ‘Davut yıldızı’ olan lokantalarla dolmuş. Rüyama geri dönüp biz de böyle bir lokanta açsak, simsiyah zırhlı kapılarla kaplı değil de tüm toplumu kucaklayan bir kaşer lokantamız olsa keşke diyorum. Yemek sonrası metroya atlayıp Eiffel Kulesi taraflarına geçiyorum. Alma Köprüsü’nden kuleye doğru ilerlerken yürüyüş yolunun ismi şaşkınlığımı biraz daha arttırıyor. Şehrin en işlek yollarından birine İsrail Devleti’nin 60. yılında dostluğun simgesi olarak ‘Ben-Gurion’ adı verilmiş. Biraz daha ilerde David Ben-Gurion’un hayatı kısaca geçenlere tanıtılıyor. Gece otele döndüğümde ülkemden gelen güzel haberler ile biraz olsun teselli buluyorum. Özür dilenmiş, sıkıntılı günler geride kalmış, rahat bir nefes alıyoruz. Hemen aklıma İstanbul ve Galata geliyor. Şişhane Meydanı’nda 15 Kasımlarda hatırlanan isimsiz heykeli düşünüyorum. İki ülke arasındaki gerilimin sona ermesiyle, belki bu kez hiçbir çekincemiz olmadan o heykele “6 Eylül ve 15 Kasım terör kurbanlarının anısına” yazılabilir mi diye düşünüyorum? Biraz daha hayal kursam o günün anısına sokağın adı terör kurbanlarına atfedilse diye geçiriyorum. Paris sokakları Şimon Peres’in özür sonrası Hürriyet gazetesi demecinde belirttiği, günümüz dünyasında artık ülkeler arasında sınırlar kalmadı tezini doğruluyor. Ertesi sabah soluğu erkenden Champs Elysée’de alıyorum. Caddenin sonlarına doğru sağ tarafta bir binanın önündeki kalabalık dikkatimi çekiyor. Yoksa yeni bir müze mi açıldı diye düşünürken ben de sıraya takılıyorum. Bir kaç dakika sonra kendimi Abercrombie mağazasında buluyorum. Globalleşme Paris’in kalbinde kendini tipik bir Amerikan markası ile göstermiş, Fransızlar çoktan canlı mankenler ile şov yapan konsepte uyum sağlamışlar. Geçen senelere rağmen her mekânı elimle koymuş gibi tekrardan bulmak mutlu ediyor. Bir de İstanbul’a gelen bir turisti düşünsenize,  seneler geçmesi bir yana her geldiğinde farklı bir İstanbul ile karşılaşıyor. Ernest Hemingway bir keresinde Paris’i şu şekilde özetlemiş “Eğer gençken bu şehirde yaşama şansınız olmuş veya sonradan gelmişseniz, bu şehir yaşadıkça sizde bir yer tutacaktır.” Dünya edebiyatına yön veren isimlerin ömrünün bir bölümünü bu şehirde geçirmesi bir rastlantı olmasa gerek. Dönüş yolunda Paris’te çeşitli nedenlerle sürgün hayatı yaşamış yazarları düşünüyorum. Arap Baharı sonrası Ortadoğu ülkelerinin yeni Tahar Benjelloun,Yasmina Khadra ve Amin Maalouf’lara ihtiyacı var istikrar ve aydınlığa kavuşmaları için. Peki ya biz? İçimizdeki değerler sürgüne gitmeden onlara ne kadar özgür bir ortam yaratabiliyoruz? 15 Kasımlar birlik olduğumuzu göstermek ve bir daha asla demek için. Hep beraber bu toprakların birlikte yaşamın anavatanı olduğunu tüm dünyaya göstermek için, gelin bu sene 15 Kasım’da tıpkı Fransa’da olduğu gibi biz de kendi beyaz yürüyüşümüzü yapalım.