Yahudilere tevcih edilen Nobel Ödülleri’nin bir diğer anlamı

2012 yılının Temmuz ayında dünya nüfusu 7 milyarı aştı. Bu rakamın yüzde 33’ünün Hıristiyan’lardan, yüzde 22’sinin Müslüman’lardan, yüzde 12’sinin dini imanı olmayan kütlelerden, yüzde 21’inin ‘başka’larından ve azami yüzde 0.21’inin Musevilerden müteşekkil olduğu öğrenildi.

Köşe Yazısı
27 Şubat 2013 Çarşamba

Jose V.ÇİPRUT

 

2012 yılının Temmuz ayında dünya nüfusu 7 milyarı aştı. Bu rakamın yüzde 33’ünün Hıristiyan’lardan, yüzde 22’sinin Müslüman’lardan, yüzde 12’sinin dini imanı olmayan kütlelerden, yüzde 21’inin ‘başka’larından ve azami yüzde 0.21’inin Musevilerden müteşekkil olduğu öğrenildi. Bu sonuncuların çıkış ve varış yerleriyle güzergâhlarını merak edip araştırdım. Keşfettiklerimin bende yarattığı kanaat şöyle: Irksal katliamdan yetim, dul, sakat, ama gene de canlı çıkabilen Avrupa kökenli Aşkenaz Yahudilerinin ekseriyeti İsrail, Amerika, Kanada’ya [ve Arjantin gibi belki hürriyete kavuşabileceğini sandığı yerlere] göçtü; oralarda mana bulup haysiyetini geri alabildi. Çok azı, onları yok etmekten/ettirmekten çekinmemiş (Almanya, Avusturya, Polonya gibi...) menş’e ülkelerinde ya kaldı ya da bir müddet sonra tekrar yerleşti; ama oralarda bile 1945’ten sonra Nobel Ödülü almış Aşkenaz Yahudi aday var.

Tarihte en çok Nobel ödülü almış aydın milletlerde çok kolda Nobel diplomasına lâyık görülmüş Yahudilerin büyük ekseriyeti bu Aşkenaz Yahudi ailelerinin efradındandır. ‘Sefarad’ denilen – Akdeniz, Afrika, Yakın Şark, Arap ve Osmanlı menş’eli – Yahudilerin 1900 yılında 728 bine yaklaşık sayısı, Türkiye’yi de içine alan aynı coğrafî bölgede 2010 yılında 38 bin’e inmişti. Doğup büyüdükleri Müslüman ülkelerden, ferden kelleyi koltuğa alıp, kabilse ailece kaçmak kararını almaya kendilerini mecbur bulmuş olan Sefarad Yahudilerinin çoğunluğu İsrail’e göçmekte hayır görmüşler; bunların çok azı Aşkenaz din kardeşlerinin yeni vatanları addetmiş oldukları, türlü bilim kollarında verilen Nobel Ödüllerinin en çoğunu hak etmiş, Batı ülkelerinin birinde yerleşmişlerse de bu yerlerde Nobel ödülüne lâyık görülen Musevî’lerin ilmî üne erişmiş bilgelerinin en büyük sayısı Yakın Şark kökenli Sefarad’lar değil, Avrupa kökenli Aşkenaz’lardır. Bu muammanın daha da derinine inebilmek istedim. 

Tarih boyunca, bugüne dek, bu özgül coğrafyada yaşayanlara takdim edilen (5 ‘Barış’, 2 ‘Edebiyat’) 7 Nobel Ödülünden bir tanesine bile lâyık görülmüş tek “yerli Yahudî” yoktur. Buna karşılık, kendilerine Nobel Barış Ödülü tevdi edilmiş (İran’ın sığınmacılarından Şirin Ebadi, Mısır muhalefetinden Muhammed El Baradai ve şimdi Türk vatandaşlığı almış Yemen’li Tawakel Karman dâhil) beş Müslüman adayın ikisi (Anwar al Sadat, Yasser Arafat) kendi Nobel Ödüllerini üç İsrail’li Aşkenaz Yahudî (Menahem Begin, Yitzhak Rabin ve Şimon Perez) ile paylaşmış kişilerdir. Nobel Fen, Kimya, Fizik, Tıp ödül listelerindeyse [Mısır’dan] tek bir isim vardır

Merak ettim; tarihte en çok Nobel ödülü almış memleketlere de bir göz atayım dedim ki - manzara bambaşka:

 

 

 

        

Bu araştırma çerçevesinde keşfettiğim verilerden edindiğim hikmeti şöyle tarif edebilirim: Seni bağrına basacak kadar sevmeyenlerden; seni takdir ve teşvik etmek, kendinden addetmek şöyle dursun, nedense hor görenlerden, fakir de zengin de olsan imkân yaratıp aile efradınla birlikte bir an evvel sıyrılabilirsen, sizleri henüz tanımayan ve eşit addetmeye fırsat bulamamış adillerin uzak diyarında göçmen olarak ta yerleşmek pahasına, oralarda yeni bir hayat kurup azamî çaba vermekten çekinmeyesin sakın.

Bu tercihinin bir süre sonra faydalı ürünler vereceği muhakkaktır. Hiç değilse ömrünü boşu boşuna harcamamış, “rahat yaşam” uğruna kimlik, mizaç, mezhep veya yön değiştirmiş görünmeye lüzum kalmaksızın, hem kendine hem de altsoyuna önemli ek değer katabilmiş biri olacaksındır böylelikle. Sefarad isen eğer, muhtemelen ya mutlu iş sahibi/esnaf, ya da uzmanlık isteyen özel bir meslek kolunda şöhretli, varlıklı, hoşnut ve aile sahibi olabilecek, hatta ikinci nesilden itibaren okul/üniversite, sanat/ilim yoluyla küresel ün edinebilecek seviyede evlat ta yetiştirebileceksin, düşünce ve ifâde serbestîsi tam olan bu cins hür ve aydın ahvalde. Muhtemeldir ki, ‘güney’lerden gelme olduğun için, kaderci görüşün, yazgıcı tutumun, tebaa zihniyetin, görünüşte aşırı hürmetkâr geleneklerin, Batılı anlamda çağdaş vatandaş olabilmende en büyük engelin, en yüce hasmın olabilecektir. ‘Kuzey’lerden gelme din kardeşine nazaran, değişmeyi çok zor bulacak, alışmayı ise ne doğal kolaylıkla ne de azimli benimsemeyle tam veya tamamen becerebileceksin. Ama, düşündüklerini - cezadan korkmadan - her an, her fırsatta, her damdan bağırıp, her açıdan yazabileceksin. Sana ezberletmeye çalışılan dogma varsa öylesine esir düşmeyecek, ‘yasak’ haberleri kolaylıkla bulup okuyabilecek, duymayı tercih ettiğin düşünceleri benimseyebilecek, işittiklerini özgürce tefsir edebilecek, hiçbir dış baskıya uğramadan reddedebilecek, alenen tenkit/tasvip edebilecek ve kendi fikirlerini hürce yayabileceksin. Sefarad da olsan Aşkenaz da, Yahudî de olsan Arap ta, bilge veya esnaf ol; patron veya işsiz ol, ‘İnsan’ olarak pılıyı pırtıyı toplayıp gurbete gitmeye nihayet karar verdiğini gördükleri an, o ülkeyi onların da terketmelerinin zamanı gelip geçmekte olduğunu anlayıp gurbeti senle paylaşmaya meyil göstermek, ırksal tarihini alâka ve dikkatle okuyup birçok açıdan kavramış olanlar için ne çok erken ne de çok geç olacaktır - bundan emin ve müsterih olabilirsin[1].

 

 

 



[1]Tam 110 yıl evvel 17 Şubat’ta Edirne’de doğmuş, bugün Avrupa’da gömülü, çok sevgili merhum babam Vitali H. Çiprut’a ithafen kaleme alınmıştır.