Demografik temettü ve 3 çocuk meselesi

Metin BONFİL Köşe Yazısı
13 Şubat 2013 Çarşamba

Sene 1927. Cumhuriyet yeni kurulmuş. İlk resmi nüfus sayımına göre, Türkiye’nin nüfusu 13.6 milyon. Her 100 kadına 93 erkeğin düştüğü, doğan her 1000 bebekten 274’ü bir yaşını tamamlamadan öldüğü, ortalama yaşam beklentisinin 35 yaş olduğu günler. 4 kişiden 3’ü kırsal kesimde yaşıyor. Sanayi gelişmemiş, ekmeğimizi tarımdan elde ediyoruz.

Dünya nüfusu henüz sadece 2 milyar. Sanayileşme devrimi yeni yeni hız kazanıyor; 1. Dünya Savaşı’nın sebep olduğu kayıplardan sonra, istenen sanayileşme hamlesini yapmak için her yerde daha fazla erkek işçiye ihtiyaç duyulan yıllar.

Hitler’in Almanya’sında, Mussolini’nin İtalya’sında olduğu gibi, Türkiye’de de böyyüh devlet olmanın yolu böyyüh nüfustan geçer düşüncesiyle, doğurganlık fevkalade bir şekilde teşvik ediliyor. Örneğin, 1929 yılında 6 çocuklulara madalya veriliyor ve 5 çocuklu ailelerden yol vergisi alınmıyor. 1930 senesinde hamileliği önleyecek her türlü ilaç ve aracın ithalatı ve satışına yasak getiriliyor. 1936 senesinde kürtaj suç sayılıyor. İki yıl sonra, evlilik yaşı erkeklerde 17’ye kadınlarda ise 15’e indiriliyor.

İçerideki üretim yetmez düşüncesiyle, 1934’te çıkartılan bir yasayla, Türk soyundan olup başka topraklarda yaşayan göçmenlerin Türkiye’de ikametlerini kolaylaştıran kanunlar devreye sokuluyor.

Netice geliyor ve Cumhuriyet’in kuruluşundan sadece 22 sene sonra, Türkiye’nin nüfusu neredeyse ikiye katlanıyor ve 24 milyona yükseliyor. Dünya nüfusu ise aynı dönemde, 2 milyardan % 50 artışla 3 milyar kişiye çıkıyor.

30 sene daha geçiyor, Türkiye’nin nüfusu tekrar katlanıyor ve 1985’te 51 milyona ulaşıyor. Böylece, 50 senede nüfus 4’e katlanmış oluyor.

Kürtajı yasaklayarak, çok çocuk yapana madalya vererek elde edilen genç nüfus iş ve aş bulamayınca şehirlere akın ediyor. Tabii bu arada, hayat beklentisinin uzaması, bebek kayıplarının azalması vb. etkenlerle, nüfus artışı doğum artışından da hızlı bir şekilde gerçekleşiyor. Evet, bu nüfus artışı Türkiye’nin hızla sanayileşmesine katkıda bulunuyor ancak, çarpık yapılaşmadan kültürel yozlaşmaya, çevre tahribatından yüksek enflasyona kadar bir çok sorunu da beraberinde getiriyor. Türkiye’nin 1970 - 2000 yılları arasındaki 30 seneyi ekonomik anlamda kaybetmesine, geri kalmasına sebep oluyor. Avrupa ve Amerika’nın, Uzak Doğu Kaplanlarının sanayi devriminden azami şekilde istifade ettiği yıllarda maalesef biz nal topluyoruz.

Bugün.

Avrupa yaşlanıyor, çalışacak adam bulamayacaklar, diyorlar. Doğrudur ki, ekonomik gelişmişlik seviyesiyle nüfus artışı ters orantılı bir denklem. Ama yaşam beklentisi de uzuyor. Mevcut finansal krizle yaşlılık söylemlerini birleştirince, Avrupa’ya bitmiş gözüyle bakılıyor.

Oysa, biz halen genç nüfusa sahip gelişmekte olan ekonomilerden biri olarak, ‘yaparız abi, genciz’ diyoruz. Yatırımcılar bayılıyor. Bu ne enerji, ne güzel şehir bu İstanbul diye bizi gaza getiriyorlar. Gençlikle gelen ekonomik büyüme potansiyelinin adı, ‘demografik temettü’. Bizde var, onlarda yok. İşte size küresel rekabet ortamında Türkiye’nin göreceli avantajı.. Genciz. Türkiye’de ortalama yaş 29 iken, Japonya’da 45, Almanya’da 44, İtalya’da 43. Bizden daha gençleri de var: Afganistan ve Nijerya’da ortalama yaş 17, Mali’de 16.

Birileri çıkıyor, Türkiye de yaşlanacak.. Genç kalacağımız 20 yıllık bir pencere daha var... Sonrası? Aaa unuttum.. neydi yaa? hatırlarsam yazarım...

Hemen gaza geliyoruz. Göreceli avantajımızı kaybetmek üzereyiz! Devletimiz yetişiyor, diyor ki, sen doğur, biz bakarız. 3 çocuk, 4 çocuk... Ya Allah! Haydi söndürün ışıkları, verin mercimeği fırına..

İyi de, TÜİK’in en son rakamlarına göre ülkemizde halen 11.7 milyon yoksul insan yaşıyor. Üstelik 10 yıllık istikrar döneminden sonra. Aslında bu rakam fiiliyatta çok daha büyük. Çünkü TÜİK yoksulluk sınırı olarak 2 çocuklu bir aile için ayda 896 TL, 3 çocuklu bir aile için de ayda 1,025 TL kabul ediyor. Enteresandır, 3. çocuk için ilave maliyet olarak ayda sadece 129 TL öngörüyorlar. Belki Amazon ormanlarında yaşayanlar için bu rakamlar geçerli olabilir. Ancak, Türkiye’nin % 75’inin yaşadığı şehirlerde böyle olması maalesef mümkün değil.

Ekonomiyi büyütmenin başka yolları olmalı. Aynı kaynaklardan daha fazla verim yaratmayı becerebilmeliyiz.

3. çocuk için harcanacak kaynaklar mevcut işgücünü daha kalifiye hale getirmek, etkin bir göç politikası oluşturmak, kadınların işgücüne daha fazla katılımlarını sağlamak ve emeklilik yaşını uzatmak gibi yöntemler için kullanmalı.

Aksi takdirde, esas maliyetin her seçimde daha fazla nohut, tencere ve kömür yardımı yapıldığında ortaya çıktığı görülecek.

 

Kaynak:

www.tuik.gov.tr

www.hips.hacettepe.edu.tr