NEDİM BÜYÜKABOLAFYA
Şimdi futbola ara verildi. Ara verildi ise futbol adına konuşulacak bir şey kalmamıştır. Ya da size öyle geliyor, ülkemizde futbola ara verilmez, ara verilirse hayat durur, hayatın anlamı kalmaz… Konuşulacak mevzu kalmaz, sevinilecek –üzülünecek neden ortadan kalkar.
Futbol biterse ortalığı boş laflar doldurur.
Gerçekleşmeyen transferler, gelmeyen futbolcular, hayali rakipler, hep manşetlerde dolanıp durur…
Bizler ne Efes- Fenerbahçe Ülker basket maçına ilgi duyarız, ne de Galatasaray- Fenerbahçe bayanlar basket maçına…
Varsa yoksa ‘Üç Büyük’lere gelenler –gidenler…
Şöyle bir geriye bakacak olursak ilk yarının en gözde takımlarının M.P Antalya ile Beşiktaş olduğunu görüyorum.
Mehmet Özdilek yönetimindeki Antalyaspor arzuladığı başarı grafiğine ulaşmış gözüküyor. Beşiktaş ise başka bir mucize. Tarihi boyunca ‘Kolej takımı, En borçsuz takım’ sıfatlarını hep isminin başında taşımış olan bu asırlık çınar son dokuz yıllık yönetimiyle tarihine görülmemiş leke sürdü. Borç yüzünden Avrupa Kupalarına katılamadı. Bu ayıp kulübün değil, onu bu hale sokan Başkan ve yöneticilerinin olmalıydı.
İlk yarının en çalkantılı takımı bana göre tartışmasız Fenerbahçe oldu. Söylemlerinde hala 3 Temmuz izlerini taşıyan başkan Aziz Yıldırım, verdiği beyanatlarla hem kamuoyunu hem de futbol yöneticilerini olumsuz etkilemeye devam ediyor…
Başkan her zaman ki üslubu ile sağa-sola laf yetiştirmeye devam ederken takımı ve futbolu ile ilgilenecek zamanı pek bulamadı ki takımın en büyük direği Alex’i kaybetti.
Sezona yaptığı transferler ile ‘Rüya Takım’ yakıştırmasıyla başlayan geçen yılın şampiyonu Galatasaray, ilk yarıyı lider tamamlamasına rağmen sergilediği görüntü RÜ takımından yukarıya çıkamadı. Fakat Galatasaray’ı eleştirirken çok önemli bir noktayı atlamamak gerekir. Takımın geçen seneki Muslera-Urfaluji-Melo-Elmander çatısından geriye sadece Muslera’nın kaldığını unutmayalım.
Gel gelelim Anadolu Kaplanlarına. Bursa ve Trabzon… Bu iki güzide kulüp şu günlerde sadece ‘Ankara Kedisi’ görüntüsünü çizmekte.
Futbol, sahalarda bu çerçeve içinde gelişmekte iken yazılı ve görsel basında ne haldeydi diye soracak olursanız, cevabım ‘çok kötüydü’ olur. Televizyonda sahada olan şiddetten çok daha fazlası yaşanmaktaydı. Düşünün ki eski ve tanınmış bir hakem ulusal bir televizyon kanalında yorumcu olarak görev yapıyor. Yayın sırasında ayağa kalkmış, ellerini kollarını sallayarak ekranlara doğru avazı çıktığı kadar bağırıyor. “Erkeksen çık ortaya, bana cevap ver.”
Futbol şiddetinin bu boyutlara ulaştığı günümüzde sahada olanları yazılarına veya programlarına taşıyarak, işleri daha da kızıştırarak menfaat kazanmaya çalışmak herhalde ayıbın en affedilmezidir.
Futbol konusunda artık tamamen kendimizi kaybetme noktasındayız. Bırakın empati kurmayı, bizimle aynı görüşü paylaşmayan kimseyi dahi dinleyemiyoruz. Gözlerimizin önüne gönül verdiğimiz renklerden kalın perdeler çekilmiş durumda. Tartışmıyoruz, sadece konuşurken kırıp döküyoruz.
Futbolu medya, idareciler ve taraftarlar olarak kaybedenin üzülmediği, sığlaşmanın alkışlandığı ve artık dönüşü neredeyse mümkün olmayan bir duruma getirdik.
Rakip takım başkanının elini sıkan başkanı istenmeyen adam haline getirip, maçtan sonra rakip takım teknik direktörüyle kucaklaşan futbolcuyu kınıyoruz.
Her ülkede futbolun hem saha hem de saha dışı olayları tartışılır ama biz saha içinden artık bahsetmez olduk. Tüm benliğimizle saha dışına odaklandık. Derbileri iki takım taraftarının aynı tribünde izlediği karşılaşmalar noktasından, bir tek rakip takım taraftarının dahi stada alınmadığı keyifsiz maçlar haline getirdik. Süreç devam ettiği sürece bu günleri dahi arar duruma geleceğiz , ortada futboldan eser kalmayacak.
Bence bugünlerde ki boşluğu iyi değerlendirip, medya-idareci ve taraftar olarak kendimizi biraz daha sorgulamamız kanaatindeyim…
Mutlu, umutlu ve sağlıklım bir yıl dileği ile…