2012 bitti.
Bir sene daha geçmiş oldu. Ayrılık genelde buruk tat veren bir olgu… En azından bunu ben böyle algılıyorum. Her sene sonu, her sene dönümü, yeni bir sayfa açar önümüze ve eski olanı sona erdirir.
Eski buruktur. Böyle hissedilmesi için eskide biriktirilenin başarısız olması gerekmez. Ancak, değil midir ki o dönem bitiyor, değil midir ki o ‘eski’ olarak algılanacak, içerisinde belki bir özlem, belki bir pişmanlık barındıracak... Zihinde bırakacağı tatlı ekşi duygu hali, esasında bu yüzdendir: Eski sırt çevrilendir.
Yeni, heyecandır. Keşfedilmeyi bekleyendir. Doldurulması gereken beyaz bir sayfadır. Ancak yeniye anlam verecek umutların inşası elbette ki, eskiden edinilmiş deneyimlerin özümsenmesi ile mümkündür: Yeni coşkudur.
Bu coşkunun kişiyi doğru olana yönlendirmesi için eskinin üzerinden bir değerlendirme yapmak, samimi bir muhasebe zemini oluşturmak gerekir. Sona eren dönem ne getirdi, ne götürdü, buna bakmak gerekir… Ve daha doğru bir deyişle, buna hazır olmak gerekir.
Elinde gelişmelere yön verecek sihirli bir değnek olmadığına göre, senenin son günü ile ilk günü arasına, takvimin yapraklarının ifade ettiğinden daha fazla anlam yüklemek, ancak kişinin içsel samimiyetine, kendine eleştirel bakabilmeyi becermesine bağlıdır. Zaten bu gibi dönüm noktalarında kutlanan da basit bir saat oyunundan öte, bu değil midir? İnsanın içini rahatlatan, kendisini tartması, kendisi ile barışması değil midir?
Esas olarak, her gün bir dönüm noktasıdır. Toplumlar kendi geleneklerine göre, inançlarına göre bazı günleri bu anlamda taçlandırmışlar, bu günlere sembolik olarak – belki de diğerlerine haksızlık edercesine – değer vermişlerdir. Oysa başarı her günü bir dönüm noktası olarak algılayanın, muhasebesini sık sık yapanındır.
Kişinin kendisine hesap vermesi onu uygar kılan bir erdemdir şüphesiz. İnsan yaşantısının tüm dönüm noktalarında ‘buruk’ olandan çıkartılan derslerin izlerine rastlamak olası. Keza toplumların, ulusların tarihlerinde de benzer çıkarımların, okumaların etkili olduğu yadsınamaz. Yeniye doğru ilerlerken, kişi ve toplumların yollarını kaybetmemeleri bundaki kararlılıkları ile ilgilidir.
Onun ötesinde hüsran kaçınılmazdır. Katılır ya da katılmazsınız ancak tespitim odur ki, kişinin kendisini en güçlü sandığı an, aslında en zayıf olduğu andır. Tarihin hurdalığı bunu kanıtlar insan ve toplumlarla dolu değil mi? Akıl tutulmasına kapılıp takvimin dişlileri arasında yitip gidenler, kendini okumayı beceremeyenler arasından çıkıyor her defasında.
Son tahlilde, zaman terse sarmayacağına göre insan hep eskiden yeniye doğru bir akış içinde mücadelesine devam ediyor. Bu sert akışı yarınların getireceği coşku ile bezemek, umudu başarıya dönüştürmek kişinin kendisi ile ilgili. Yoksa bugün dünden farklı değil, yarın da bugünden farklı olmayacak.