Fıtrat mı, fırsat mı?

Eddi ANTER Köşe Yazısı
5 Aralık 2012 Çarşamba

İnsanoğlu aciz bir yaratıktır. Zavallıdır. Yetersizdir. Kendine yetmeyi bilmez; o yüzden her şeyi başkasından bekler. Varlığına sahip çıkmak için teyidini bile dışarıdan arayandır. Ne yazık!  Her birimiz varolan her sıfata vakıf olarak doğmaktayız ancak kapasitemizi sınırlamak konusunda uzmanız. Hâlbuki potansiyelimiz sonsuzdur. Sonsuz her ne demekse... Çok çok çok çoktan biraz daha fazla olsa gerek. O yüzden sürekli zaman geriye akarken, hayat da ilerlerken istediklerimiz olmadığı zaman, dışarıda bir suçlu arayanlarız. Soru şunlar olmalıdır. Fıtrat mı fırsat mı? Kader mi karar mı? Buna göre de aradığın zihin açıklığı ve huzuru bulacaksın.

Bilinçaltı var olmadığını bilir ancak bunu bilincin kabul etmesi akıldan ve egodan vaz geçmesini gerektirir. O yüzden tercihini bu yönde kullanmak yerine aklına hizmet etmekle tüketir ömrünü. Guruplar, geniş aileler birlikte yaşarken hayatı ve hayatın getirdiği deneyimleri beraber yaşadıklarını sanırlar. Sanmak ve zan etmek ilüzyondur. Gerçek değildir. Acıları paylaştığın an aslında karşındaki kişi kendi acısını senin sayende senin vesilenle yaşıyordur. Acını azaltamaz üstünden alamaz. Çünkü o yoktur sen onu varsayıyorsundur. Hepsi bu.

Yalnız kaldığınızda, yanınızda kimse olmadığında birisinin sizi aramasını sormasını, bir başkasının sesini duymayı ararsınız. Duyuyorsa sen varsındır, sesini duyurabiliyorsa da o kişi var oluyor. Birini görmek yeterli değildir bir kişi tarafından dahi olsa görünmek varsayılmaktır. O yüzden insanoğlu yok sayılmak, yok olmak ve ölümden korkar. Bitip tükeneceğini akıl ona dayatır.

Uykuya dalmak, uyumak hatta kendi canını alıp ölmek bile bu ızdırap, bu çile dolu hayattan kurtulup ruhu sahibine teslim etmek gayretidir ancak bu şartlıdır. Varlığının teyidi veya yaşamın anlamı gelecek dünyada olacaktır. Bu yüzden buradayken, yapılması gereken, yaşanması elzem deneyimler vardır. Hem ruhu geliştiren hem aklı zorlayan sınavlardır bunlar. Kimisini geçer daha zoruna hazırlanırsın kimisinde de takılı kalırsın yıllar yılı...

Bu yıl da malum, Sandy kasırgası aldı götürdü götüreceğini ardından Obama’yı geri getirtti ve oturttu oturduğu yere. Şükran günü ve bitmek tükenmek bilmeyen bereketli hindiyi yedikten sonra sıra geldi meşhur ‘Kara Cuma’ gününe. Şükran gününün hemen ertesinde tüm ülkede her dükkân inanılmaz bir indirime giriyor. Giyim, kuşam, elektronik derken parakende fiyatlarından yüzde 50 ile yüzde 80 daha ucuza satmak politikası uyguluyorlar. Amaç ihtiyacın olmayan evinde arabanda dolabında cebinde fazladan bulunmasını arzu ettiğin isteklerini doyurmak; Noel ve yılbaşı alışverişi öncesi tüm dükkânların depo ve stoklarını sıfırlamak.

Bu sene tam geceyarısı gitmek konusunda tartışmalar oldu. Kızlarımdan biri sabahın beşinde gitmeye tav olunca diğer kızım ve oğlumla ben saat 9 da gittik. Lüzumsuz alış veriş konusunda pazarlama dehalarının olduğu ülkede elimizde torbalarla eve dönerken çocuklara sordum: “Bütün bunları ne için aldınız?” Aldığım cevaplar ve yorumlar ilginçti.

İstanbul’da özel okullarda forma giymeye alışık olan her üçü burada devlet okulunda kıyafet serbest olduğundan her sabah ne giyeceklerini bulmakta zorlanıyorlar. Fakat orada aynı kıyafetlerini giyerken herkesten farklı olduklarının bilincindeyken burada sürekli değişik giyinip dikkat çekmek, onay almak derdine düşmüşler. Onları iyice sorguladıktan sonra anladığım kadarıyla yeni ve değişik giyinerek farklılıklarını ortaya koyduklarını zannediyorlar. Zaten farklı olduğunuzu biliyorsunuz dediğimde ise biraz şaşırmış ve suçüstü yakalanmış olmanın verdiği hisle, egoları bana “Sen anlamıyorsun” cevabını verdi.

Sürekli yeni şeyler almanın ne ifade ettiğini düşünürken, bana zamanın geçtiğini göstermek için olması gerektiği dank etti. Evet, yeni bir şeyler alınca insanoğlu sezon dediği altı ayların, zamanın farkındalığını kendisine yaşatıyor. Konu araba, ev olunca bu sefer de ‘daha’ büyük ‘daha’ güzel veya ‘daha’ hızlı dediği dahaların tuzağına düşüyor.

Alış veriş bittikten sonra bu konuşmanın akabinde bana “Bütün bunları almak yerine birilerine bağışta bulunmak daha mı doğru olurdu?” diye sordular. Anlaşılan, mesajım doğru yere ulaşmıştı. Henüz kendi paralarını kazanmadıkları için verecekleri bağışın vakit ve sevgi olabileceğini onlara izah ettikten sonra, gelecek sene ‘Kara Cuma’ geldiğinde ne yapacaklarını neler alacaklarını şimdiden beklemeye başladım.