Bu hafta şüphesiz en çok konuşulacak konu ABD’deki başkanlık seçimleri olacak. Başkan Obama mı yoksa Senatör Romney mi ipi göğüsleyecek? Bu yazı elinize geçtiğinde bunun yanıtı çoktan verilmiş olacak. Elbette ki bizi ilgilendiren yeni başkanın ve onun kuracağı hükümetin, danışmanlarının kısaca Beyaz Saray’a yön verecek ekibin Ortadoğu’ya nasıl yaklaşacağı, Türk Amerikan ilişkileri başta olmak üzere bölge ile ilgili ne gibi açılımları destekleyecekleri olacaktır, şüphesiz.
Bu bağlamda Obama’nın başkanlığı süresince dış siyasette ortaya koyduğu sol liberal yaklaşım ve bunun Ortadoğu’ya yansımasına karşın, Romney’nin seçilmesi halinde neler önereceğini kestirmek kolay değil. Gerçi siyasi gözlemciler başkan adayları arasında bu anlamda çok büyük farklılıklar olmadığının altını da çiziyorlar. “Neticede, kampanyaları süresince her iki aday da İsrail / Yahudi lobisini karşılarına almamak adına her düşündüklerini söylememiş olmalılar” gibi de bir algı oluşmuş durumda. Yine de, tıpkı Avrupa’da olduğu gibi Amerika’da da sağın yer yer güçlendiğini not etmekte fayda var. Dini / milliyetçi söylemlerin yükselmesi ile doğru orantılı olarak da antisemit söylemin arttığı dile getirilir durumda.
Küreselleşen dünyamızda ırkçılık, yabancı düşmanlığı sınır tanımaz şekilde yayılıyor. Buna bağlı olarak antisemitizm de yeni bir çehre ile kendini gösteriyor. Hemen yanı başımızda Yunanistan’da Altın Şafak hareketi saflarını güçlendiriyor. Biraz ötede, Macaristan’da, keza ırkçı bağlantılı hareketler sosyal yaşantıya ipotek koymak istercesine yapılanıyor. Fransa’da Yahudi karşıtlığının ölümlü / yaralamalı saldırılarla taçlandırılması ise nefret duygusunun ne denli yaygın ve tehlikeli olduğunun bir kanıtı. Muhtemelen ekonomik çaresizlik tarafından dikte edilen bu durum daha çok su kaldıracaktır.
Bu aşamada, buna karşı koymak için üretilmesi gereken politikaların tespitinde herkesin fikrine gereksinim var. Öncelikle içinde yaşadığımız toplumda antisemit hislerin ne seviyede olduğunu irdelemek gerek. Olayın, aşırı medyanın söylemlerinde veya etki gruplarının, kanaat önderlerinin yönlendirmelerinde aranmasının gerekli ancak yeterli olmadığı kanısındayım. Antisemitizmin gizli tohumları sosyal yapının derinliklerinde de aranmalıdır. Gündelik sorunlarla boğuşmaktan yorulmuş sessiz halk kitlelerinin, hayatlarında hiç bir Yahudi ile tanışmamış olan geniş toplum tabanının antisemitizm algısında bir farkındalık yaratmak önemli bir etap olacaktır. Eş deyişle duyulan sevgi ise sevginin, nefret ise nefretin adı açıkça ve dosdoğru konmalıdır ki tedavi edilebilecekse edilsin.
Puslu ortamda sapla samanı ayırmak zor. Ekonomik dar boğazlar, siyasi belirsizlikler, etkisiz iktidarlar etnik veya dini ayırımcılığa zemin hazırlayan önemli etkenlerdir. Buna bir de günümüz teknolojisinin parmak uçlarımıza dek indirdiği bilgi kirliliğini de eklemek gerek. Olayları çarpıtan, söylenenleri yorumlamak istediği şekilde yorumlayan, yaşananları sakin bir şekilde algılamak ve sindirmek yerine giriştiği erk mücadelesi gereği bunları sömüren odakların kaygan zeminlerde yeşerdiğini unutmamak gerek. Uzun zamandır yaşadığımız süreç işte böyle bir zemini hazırlamış durumda.
Bunu birçok platforma uyarlamak olası. İsrail – Filistin görüşmelerinde çığır açan, barış sevdalısı Başbakan Yitshak Rabin’i öldürülüşünün yıldönümünde ( 4 Kasım ) bu vesile ile anmak gerekir. Tarihe mal olmuş anlaşmazlıkların ve bunlardan doğan husumetin önüne set çekmek kolay iş değildir. Oslo görüşmeleri ile başlayan süreçte, tüm olumsuzluklara rağmen barışın gerçekleşmesi anlamında kuvvetli bir rüzgar yakalayan Rabin layık görüldüğü Nobel Barış Ödülünü ne yazık ki bir suikasta mahkum edilerek ödedi. Kendisini öldürenin kimliği ise kin ve nefretin ulaştığı boyutları göstermesi adına, ‘bakan ancak göremeyen’ gözlere denk düştü uzun zamandır.